Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

16 Temmuz 2012 Pazartesi

YUMURTA BAHANE: KENTLERDE DEMOKRASİ ALTYAPISI GERİYE GİDİYOR



Kentler demokrasinin beşiği olarak adlandırılırlar. Bunun sebebi kentlerde demokratik hak taleplerinin dile getirilebilmesi için uygun koşulların bulunmasıdır. Kuşkusuz, bu koşulların yaşamasında ve gelişmesinde kentlerdeki fiziksel düzenlemelerin yadsınamaz payı vardır. Kentler demokrasi için gerekli altyapıyı sağlar. Kent planlarının farklı toplumsal kesimlerin bir araya gelmesini sağlayacak biçimde yapılmaları ve uygulanmaları demokrasi kültürünün gelişmesi için çok önemlidir. Çağdaş planlama yaklaşımlarının önemlice bir kısmı bu sorunu odak alırlar. Eğer kentler farklı toplumsal kesimlerin ayrışması ve kendi köşelerine çekilmesi için planlanır ve düzenlenirlerse, farklı toplum kesimleri gündelik yaşamda karşılaşmaz olur. Karşılaşmalar azaldıkça sorunlar azalıyor gibi görünse de aslında tolerans, hoşgörü ve uzlaşma kültürü geriler. Tepkiler marjinalleşir ve kolluk kuvvetleri tarafından baskı altına alınır. Sözün özü, kent planlaması çağdaşlıktan uzaklaştıkça kentlerin demokratik altyapısı geriye gider.

Öğrenci Kolektiflerinin Tepkisi Kentlerdeki Gündelik Yaşama!

Üniversitelerde hem iktidarın hem de muhalefetin öğrencilerin “yumurtalı” tepkisi ile karşılaşması bu sorunla doğrudan ilişkilidir. “Bu öğrencilere neler oluyor” sorusu ile, hayretle karışık kuşku ile karşılanan öğrenci kolektifleri de bu durumun habercisi gibidir. Kolektiflerin tepki verdikleri şeylere ve örgütlenme biçimlerine bakıldığında bu açıkça görülüyor. Daha çok ulaşım, barınma, kentsel hizmetler gibi kentlerdeki gündelik yaşamın sorunları ile ilgileniyorlar ve internet üzerinden örgütleniyorlar. Sol siyaset ile doğrudan ya da dolaylı ilişkileri olsa da sayıları on milyonları bulan gençlerin sıkışmışlığını temsil ediyorlar. Demokratik altyapısı gerileyen kentlerde gündelik yaşamın işgaline karşı ancak kendi çaplarında marjinal tepki verebiliyorlar ve kentsel mekanda değil ama belki ancak sanal dünyada örgütlenebiliyorlar.

Meydanlar Yok Oluyor Demokrasi Geriliyor!

Kentlerdeki demokrasi altyapısının en önemli unsurları farklı toplumsal grupların bir araya geldikleri, sosyalleştikleri, gerek gördüklerinde demokratik hak taleplerini meşru şekillerde dile getirdikleri açık alanlardır. Parklar, yeşil alanlar ve özellikle meydanlar bu anlamda çok önemli bir işlevi yerine getirirler. Yayalık bu süreçte çok önemlidir. Demokratik hak talepleri yaya olarak dile getirilir. Şoför mahallinden demokrasi kültürünü geliştirmek ham bir hayalden ibarettir.

Ancak son yıllarda meydanlar taşıt trafiğinin ya da ticarileşmenin tehdidi altında yok olmaktadır. Yeni yapılan meydan sayısı yok denecek kadar azdır ve içinde bir alışveriş merkezi yoksa inşa edilmemektedirler. Var olanlar da artık birer taşıt kavşağına dönüşmüştür. Demokratik hak talepleri yok olan meydan ve yaya alanları yerine taşıt yollarında dile getirilmeye çalışılınca kentsel gerilimler artmakta, zaten karşılaşmayan kentsel toplumsal kesimler birbirlerine diş bilemeye başlamaktadır. Meydanlar azalınca ya da yok olunca, kentteki yurttaşların yerini taşıtlar alınca, kentlerdeki gündelik yaşamın demokratik pratikleri de ortadan kalkıyor.

Kent Merkezleri Çöküyor Demokrasi Geriliyor!

Kentlerdeki demokrasi altyapısının diğer bir önemli unsuru kent merkezleridir. Kent merkezleri farklı fikirlerin ve toplumsal grupların sanat, bilim ve diğer düşünsel etkinlikler yoluyla bir araya geldikleri, demokrasi kültürünün olgunlaştığı yerlerdir. Kent merkezi canlı ve yaşayan kentlerde demokrasi kültürü de güçlüdür. Ancak son yıllarda özellikle alışveriş merkezlerinin sayılarının artması ve yerel yönetimlerin ilgisizlikleri sebebiyle kent merkezleri çöküntüleşmektedir. Özellikle orta ve üst gelir grupları artık kent merkezlerini daha az kullanmaktadır. Bunun sonucunda kent merkezleri demokrasi atyapısını destekleme niteliklerini yitirmektedirler.

İçi Boş Yeni Altyapı: Alışveriş Merkezi, Toplu Konut Blokları ve Alt Üst Geçitler

Kentlerin demokratik altyapısının en önemli unsurları olan mahalleler, kent merkezleri ve meydanlar ortadan kalkarken son on yılın yeni kent altyapısı çıkıyor. Bu altyapı kentlerin demokrasi kültürüne katkıları yok denecek kadar az olan konut blokları, alışveriş merkezleri ve taşıt yollarından oluşmaktadır.

İktidarın son yıllarda her kentte açılışını yaptığı bir üçlüdür bunlar: TOKİ blokları, alışveriş merkezleri ve katlı kavşaklar. Büyük yatırımlar ve bir altyapı hamlesidir bir yandan. Ancak, bölünmüşlüğün altyapısı oluşurken kentlerin demokratik altyapısı sönmektedir. İleri demokrasi iddiası - başka bir çok şeyin yanında - kentlerin yapısındaki müdahalelerle de yalanlanmaktadır.

Kentlerdeki gerileyen demokrasi altyapısını yeniden diriltmek için belli önlemlerin alınması gerekmektedir: Kent merkezlerini canlandıracak yeni stratejiler uygulanmalı, kent merkezleri taşıtların transit geçtiği otobanlar olmaktan çıkarılmalıdır. Kent merkezlerinde yayalık ve toplu taşım olanakları güçlendirilmeli, kentte taşıt kavşağı olan ya da başka amaçlarla kullanılan meydanlar boşaltılarak meydan vasıflarına yeniden kavuşturulmalıdırlar. Kent içinde demokratik hak taleplerine uygun biçimde düzenlenmiş açık alanların ve meydanların sayısı arttırılmalıdır. Bu önlemlerin alınması sadece kentlerdeki demokrasi altyapısının güçlendirilmesi için değil kentsel yaşam kalitesinin artması, kent güvenliğinin insan haklarına uygun biçimde sağlanması ve yaşanabilir kentlerin oluşması için de önemlidir. Aksi halde kentlerdeki demokrasi altyapısı gerilerken ortaya bir yumurta demokrasisi çıkacaktır. O da kaçınılmaz biçimde kırılgandır.

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Kentleşme ve Yolsuzluk İlişkisinin Değişen Doğası: Adam Çalı(şı)yor!


Mezun olup belediyede şehir plancısı olarak göreve başladıktan hemen sonra şahit olduğum bir olayı anımsıyorum. Benden daha kıdemli mesai arkadaşlarım kendi aralarında bir başka belediye çalışanından gıyabında “çok dürüst adamdır” diye bahsediyorlardı. Bu yorumu duyan ve yaşı emekliliği çoktan aşmış bir başka ağabeyimiz tepki göstermişti bu yoruma: “Dürüstlük bir meziyet değil, herkeste olması gereken bir özelliktir. Dürüstlük olmazsa başka hiçbir niteliğin anlamı yoktur”! Belli ki bundan on beş yıl öncesinde yolsuzluk, etik kurallar çok ciddi bir değişimden geçiyordu. Aslında bu değişim hala da devam ediyor. Kentleşme ve yolsuzluk ilişkisi bir süreç olarak değişen toplumsal koşullar çerçevesinde yeniden tanımlanıyor.

Aslında tarih boyunca yolsuzluğun kentsel yaşamla içi içe olduğu söylenebilir. Göçebe toplumlarda da yolsuzluğun izlerini görmek mümkün olmakla birlikte kentsel yaşama geçilmesiyle birlikte yolsuzluğun daha yaygın ve kitlesel bir eylem halini aldığında sosyal antropologlar uzlaşmaktadır. Kentsel yaşamla birlikte gelişmiş bir kamusal alanın ve kamu gücünün ortaya çıkması, iş bölümünün çeşitlenmesi, uzmanlaşmanın derinleşmesi, kaynakların ve artı değerin tekelleşmesi, iktidarın inanç sistemleriyle birlikte kurumsallaşması gibi sebepler bu temel farklılığı ortaya çıkarmaktadır.

Modernist gelenekle birlikte yolsuzluk tüm yönetsel, iktisadi ve sosyal süreçlerin gölgesi konumunda olan bir enformel alanın kaçınılmaz unsurlarından birisi halini almıştır. Modern toplumlarda yolsuzluk ikili bir değerlendirmenin konusudur. Bir yandan yolsuzluk mekanizmaları belli bir düzeyde temsili demokrasilerin yurttaşlara vaat ettiği hakların elde edilmesinde, serbest piyasa mekanizmasının işlemesinde olumlu bulunurken bir yandan da kamu yararının ya da ortak çıkarların önünde bir engel, serbest piyasa mekanizmasının işlemesini kesintiye uğratan ya da etkinliği ve verimliliği azaltan bir unsur olarak değerlendirilebilmiştir. Bu değerlendirmede farklı yaklaşımların ortaya koyduğu etik kavramsallaştırması etkilidir.

Yine de, bu fikir ayrımlarına karşın tüm hukuk ve inanç sistemlerinde yolsuzluğun belli biçimlerinin kınanmasında ortaklaşılıyor gibi görünmektedir. Rüşvet, adam kayırma, irtikap, zimmet vb. gibi eylemler uluslararası alanda olumsuz değerlendirilmekte kimi zaman da suç kabul edilmektedir. Sosyal bilimler alanında da bu tür eylemlerin sebepleri ve mekanizmaları üzerinde alanın yöntemsel kısıtlılıklarına rağmen çeşitli çalışmalar yapılmaktadır.

Her ne kadar kısıtlı da olsalar sosyal bilimler alanında yapılan çalışmalar son dönemde yolsuzluğun pratiği ve meşrulaştırılmasına ilişkin çok temel bir dönüşüm içerisinde olduğumuzun ip uçlarını ortaya sermektedir. Küreselleşme olarak adlandırılan süreçte alışılageldik tüm kalıplar gibi yolsuzluğun pratiği, meşruluğu, nasıl algılandığı, neyin yolsuzluk sayılıp neyin sayılmayacağı gibi bir çok konuda ciddi farklılaşmalar ortaya çıkmaktadır. Çok ölçekli, çok aktörlü, çok kültürlü bir dünyanın hızlı devinimi karşısında küresel alanda aynı hızda ortak etik bir temelin oluşturulamaması yolsuzluk kavramının içeriğini hızla değiştirmektedir. Bu değişimden en çok ve başta etkilenen de kentsel alanın ta kendisi olmaktadır.

Geleneksel olarak “rüşvet alan belediye ya da tapu görevlisi” imgesi ile zihinlerde canlanan yolsuzluk kavramı belli bir süreçte ortaya çıkan “yeni” tür yolsuzluklarla neredeyse meşrulaşır hale gelmiştir. Yeni tür yolsuzluk bir çok farklı niteliğe sahiptir. Her şeyden önce kamusal alanda devletin rolünün küçülmesi ve sivil toplum inisiyatifleri ile paylaşılır hale gelmesi yolsuzlukların büyük bir kısmının sivil toplum alanına kayması sonucunu doğurmaktadır. Tanım icabı “kamu yararına” olması beklenen sivil toplum örgütlerine ilişkin yolsuzluk haberlerinin yoğun bir biçimde medyada yer alması bu tür bir dönüşümü doğrular niteliktedir. Bununla birlikte ulus devletin aşınması ve ulus aşırı sermayenin yerel aktörlerle birlikte hareket eder hale gelmesi de yolsuzluğun farklı türlerini ortaya çıkarmaya başlamıştır. Bu yeni yolsuzluk türleri bir yerde “yarışan ve rekabet eden kentler ve yerleşimler” kavramları ile de desteklenmektedir. Bir yerleşimdeki yerel yöneticilerin uluslar arası alanda ses getirecek bir etkinlikte yer alabilmek için yapabilecekleri ciddi anlamda yolsuzluklara gebe süreçleri rahatlıkla üretebilmektedir. Son olarak bilişim teknolojisindeki gelişmelerin iktidarın merkezileşmesi ve otoriterleşmesi için kullanımı da benzer biçimde yolsuzluk süreçlerini dönüştürmektedir. Örneğin bir belediye başkanının kent bilgi sistemlerini kullanarak arazi spekülasyonunu yönlendirmesi sık rastlanan yolsuzluk biçimlerindendir.

Esasında yolsuzluk pratiklerinde dört temel açıdan dönüşüm yaşanmaktadır. Birinci olarak yolsuzluğun bireysel bir eylem olmaktan çıkıp kolektif bir eylem alanı olmaya başladığı görülür. İkinci olarak yolsuzluğun yoğun biçimde sivil toplum alanına kaydığı ve kurumsallaştığı söylenebilir. Üçüncü olarak yolsuzluğun yerel kaynakların küresel sermaye birikimi ile eklemlenmesinde alternatif bir yol olmaya başladığı ifade edilebilir. Son olarak tüm bu unsurları etik açıdan tarif edecek ve uzlaşmaya dayalı ortak doğrularla karşılaştıracak bir çerçevenin yokluğu ortaya konabilir. Bu dört unsurun varlığı bir yandan da toplumların gerçeklik kavrayışını derinden etkilemektedir. Yolsuzluğun tarifinin giderek zorlaştığı ve yolsuzluğun daha kitlesel ve kurumsal hale geldiği bir ortamda yolsuzlukla el değiştiren kaynakların miktarı çarpıcı biçimde artmaktadır. Bunun sonucunda toplumsal düzeyde gerçekleştirilen tüm proje ve faaliyetler kuşku ile karşılanmakta, medyanın da zaman zaman parçası olduğu bir yolsuzluk ağı komplo teorilerinin yaygın kabulünü getirmektedir.

Böylesi bir ortamda kentsel alanla yolsuzluk ilişkisini tanımlamak da giderek zorlaşmaktadır. Sanayisizleşen, neo-liberal politikaların etkisiyle kutuplaşmaların, çatışma ve yarılmaların yaşandığı işsizliğin ve yoksulluğun arttığı kentlerde, kent yönetimlerinin olası tüm araçlarla yolsuzluk da içermesi olası tüm süreçleri meşrulaştıracak propaganda stratejileri izlemeleri, kentleri yolsuzluk açısından çok daha sorunlu alanlar haline getirmektedir. Kentsel siyasetin geleneksel siyasal kategorilerden bağımsızlaşan kişisel karizma ve liderlik gibi unsurlarla belirlenmeye başlaması da bu süreci güçlendirmektedir. Artık etik ve doğru olan yerel siyasetçilerin ve kent yöneticilerinin kişisel karizma ve aurası çerçevesinde belirlenmektedir.

Artık geleneksel etik kurallar ve yolsuzluk tanımlarının yetersiz kaldığı açıktır. Daha devingen, pragmatik koşullara uygun çözümleri içeren ve bireylerin eğitim sürecinde içselleştirdiği bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmaktadır. Bu yaklaşımın belediye başkanının etik kuralları ihlal ederek değil etik kurallara uyarak seçileceğini, teknik insanın takdir hakkını adil biçimde kullanarak toplumsal saygınlığı elde edeceğini kabulü ile ortaya çıkabilir. Bu kabulün bir birey tarafından içselleştirilmesi ise belki de tüm bir eğitim alanını kapsıyor.

İlköğretim sıralarında zararlı olan tüm şeyleri içtenlikle “zararlı” olarak kabul eden, resim derslerinde ormanları kesen, çevreye zarar veren kişileri “kötü” olarak çizen, hayallerindeki kenti daha yeşil betimleyen küçükler nasıl bir süreçten geçerek yolsuzluk süreçlerinin faydacı tarafı haline geliyorlar? Belki de asıl incelenmesi gereken bu...

3 Temmuz 2012 Salı

DEVRİM



Devrim…
Sağır rüzgârların diliyle
ağır, sarsak ve seyyar,
sarıyor benliğimizi kolonlarıyla.
Bağlacıyız artık durumun.
Bir yere kıpırdamak ne mümkün,
yerimizde duramıyoruz.
Habersizce savuruyorlar küllerimizi,
biz kendimizi bir yerlere koyamıyoruz ama,
günlerimiz arsız vesikalıklara mimleniyor.
Elimizde fırça darbelerimiz,
yerçekimsiz cümlelerle konuşuyoruz,
sözlerimizin ömrü bir gün
yardan gayrisi tokmak gibi ağır,
yerin altı kelebek bağlamış…


Bağlacıyız artık uçurumun,
yiyor, semirip gülüyoruz.
Her düşüşten yadigâr bir sus,
dipsiz bir manzarayız ayakuçlarında.
Genişleyen bir dünyanın
daralan kapı arkaları layık bize,
biz bize eğleniyoruz loş köşelerde,
serzenişlerimiz ayyuka çıkıyor,
inen yok imrenilen rüyalardan.
Sözleri kovduk dilimizden,
parmak izi, humuslu toprak,
İzli mermi yuvaları ve perdahsız hallerle
duruyoruz.
Yerçekimsiz cümlelerle konuşuyoruz…


Habersizce savuruyorlar öykülerimizi.
Girişler ayakaltında,
ödünç esenliklerle gelişiyor,
sonuca varıyor yalnızlıklar.
Sana kaldı savunmak âlemi,
her bestede karara,
her nihayette sonrasına bakman gerek.
Bir sigara içimi mesafelerin,
bir bakışlık vakitlerin
ve tutsağız, ardındayız.
Paylaşmak gösteriş,
beğenmek vurdumduymazlık oldu
binlerce yıllık sahifeleri.
Aşkın kısalan zamanların arasına konup
Sıkıca dürülecek bir şey olmadığını bilsek de
Hızlıca geçiştiriyoruz ruh acıkmalarımızı
Sası melodiler, dokunulmayan yontular,
lüks yoksunluklar,
orta halli yadırgamalar,
dünyevi muskaların habis pırıltısı,
yanı başımızda yaralar,
ve “hayırlısı olsun”larla…


Devrim…
Sağır rüzgârın diliyle,
konuşmak demek bazen fasih ve beliğ.
Her yerde bulunan ama aramakla varılan,
kendinden başlamak demek bazen.
Bir çam iğnesi ormanında,
reçineleşmiş hüzünleri hatırlamak,
Süleymanın tahtından inip karıncalarla
bir acının elinden tutmak göz gelimi.
Söz ucuyla mırıldanıp o sözü,
saz, söz, mızrapcık,
ellerin hikmetini sezmek demek.
Ama her şeyden evvel,
her şey kupkuru,
her yer ıssız,
her müşkül ılık,
her sevda kırık,
ve her kıta keşfedilmişken
kendinden başlamak demek,
evvela ve daima,
devrim…