Mezun olup belediyede şehir
plancısı olarak göreve başladıktan hemen sonra şahit olduğum bir olayı
anımsıyorum. Benden daha kıdemli mesai arkadaşlarım kendi aralarında bir başka
belediye çalışanından gıyabında “çok dürüst adamdır” diye bahsediyorlardı. Bu
yorumu duyan ve yaşı emekliliği çoktan aşmış bir başka ağabeyimiz tepki
göstermişti bu yoruma: “Dürüstlük bir meziyet değil, herkeste olması gereken
bir özelliktir. Dürüstlük olmazsa başka hiçbir niteliğin anlamı yoktur”! Belli
ki bundan on beş yıl öncesinde yolsuzluk, etik kurallar çok ciddi bir
değişimden geçiyordu. Aslında bu değişim hala da devam ediyor. Kentleşme ve
yolsuzluk ilişkisi bir süreç olarak değişen toplumsal koşullar çerçevesinde
yeniden tanımlanıyor.
Aslında tarih boyunca yolsuzluğun
kentsel yaşamla içi içe olduğu söylenebilir. Göçebe toplumlarda da yolsuzluğun
izlerini görmek mümkün olmakla birlikte kentsel yaşama geçilmesiyle birlikte
yolsuzluğun daha yaygın ve kitlesel bir eylem halini aldığında sosyal
antropologlar uzlaşmaktadır. Kentsel yaşamla birlikte gelişmiş bir kamusal
alanın ve kamu gücünün ortaya çıkması, iş bölümünün çeşitlenmesi, uzmanlaşmanın
derinleşmesi, kaynakların ve artı değerin tekelleşmesi, iktidarın inanç
sistemleriyle birlikte kurumsallaşması gibi sebepler bu temel farklılığı ortaya çıkarmaktadır.
Modernist gelenekle birlikte
yolsuzluk tüm yönetsel, iktisadi ve sosyal süreçlerin gölgesi konumunda olan
bir enformel alanın kaçınılmaz unsurlarından birisi halini almıştır. Modern
toplumlarda yolsuzluk ikili bir değerlendirmenin konusudur. Bir yandan
yolsuzluk mekanizmaları belli bir düzeyde temsili demokrasilerin yurttaşlara
vaat ettiği hakların elde edilmesinde, serbest piyasa mekanizmasının işlemesinde
olumlu bulunurken bir yandan da kamu yararının ya da ortak çıkarların önünde
bir engel, serbest piyasa mekanizmasının işlemesini kesintiye uğratan ya da
etkinliği ve verimliliği azaltan bir unsur olarak değerlendirilebilmiştir. Bu
değerlendirmede farklı yaklaşımların ortaya koyduğu etik kavramsallaştırması
etkilidir.
Yine de, bu fikir ayrımlarına
karşın tüm hukuk ve inanç sistemlerinde yolsuzluğun belli biçimlerinin kınanmasında
ortaklaşılıyor gibi görünmektedir. Rüşvet, adam kayırma, irtikap, zimmet vb.
gibi eylemler uluslararası alanda olumsuz değerlendirilmekte kimi zaman da suç
kabul edilmektedir. Sosyal bilimler alanında da bu tür eylemlerin sebepleri ve
mekanizmaları üzerinde alanın yöntemsel kısıtlılıklarına rağmen çeşitli
çalışmalar yapılmaktadır.
Her ne kadar kısıtlı da olsalar
sosyal bilimler alanında yapılan çalışmalar son dönemde yolsuzluğun pratiği ve
meşrulaştırılmasına ilişkin çok temel bir dönüşüm içerisinde olduğumuzun ip
uçlarını ortaya sermektedir. Küreselleşme olarak adlandırılan süreçte alışılageldik
tüm kalıplar gibi yolsuzluğun pratiği, meşruluğu, nasıl algılandığı, neyin
yolsuzluk sayılıp neyin sayılmayacağı gibi bir çok konuda ciddi farklılaşmalar
ortaya çıkmaktadır. Çok ölçekli, çok aktörlü, çok kültürlü bir dünyanın hızlı
devinimi karşısında küresel alanda aynı hızda ortak etik bir temelin
oluşturulamaması yolsuzluk kavramının içeriğini hızla değiştirmektedir. Bu
değişimden en çok ve başta etkilenen de kentsel alanın ta kendisi olmaktadır.
Geleneksel olarak “rüşvet alan
belediye ya da tapu görevlisi” imgesi ile zihinlerde canlanan yolsuzluk kavramı
belli bir süreçte ortaya çıkan “yeni” tür yolsuzluklarla neredeyse meşrulaşır
hale gelmiştir. Yeni tür yolsuzluk bir çok farklı niteliğe sahiptir. Her şeyden
önce kamusal alanda devletin rolünün küçülmesi ve sivil toplum inisiyatifleri
ile paylaşılır hale gelmesi yolsuzlukların büyük bir kısmının sivil toplum
alanına kayması sonucunu doğurmaktadır. Tanım icabı “kamu yararına” olması
beklenen sivil toplum örgütlerine ilişkin yolsuzluk haberlerinin yoğun bir
biçimde medyada yer alması bu tür bir dönüşümü doğrular niteliktedir. Bununla
birlikte ulus devletin aşınması ve ulus aşırı sermayenin yerel aktörlerle
birlikte hareket eder hale gelmesi de yolsuzluğun farklı türlerini ortaya
çıkarmaya başlamıştır. Bu yeni yolsuzluk türleri bir yerde “yarışan ve rekabet
eden kentler ve yerleşimler” kavramları ile de desteklenmektedir. Bir
yerleşimdeki yerel yöneticilerin uluslar arası alanda ses getirecek bir
etkinlikte yer alabilmek için yapabilecekleri ciddi anlamda yolsuzluklara gebe
süreçleri rahatlıkla üretebilmektedir. Son olarak bilişim teknolojisindeki
gelişmelerin iktidarın merkezileşmesi ve otoriterleşmesi için kullanımı da
benzer biçimde yolsuzluk süreçlerini dönüştürmektedir. Örneğin bir belediye
başkanının kent bilgi sistemlerini kullanarak arazi spekülasyonunu
yönlendirmesi sık rastlanan yolsuzluk biçimlerindendir.
Esasında yolsuzluk
pratiklerinde dört temel açıdan dönüşüm yaşanmaktadır. Birinci olarak
yolsuzluğun bireysel bir eylem olmaktan çıkıp kolektif bir eylem alanı olmaya
başladığı görülür. İkinci olarak yolsuzluğun yoğun biçimde sivil toplum alanına
kaydığı ve kurumsallaştığı söylenebilir. Üçüncü olarak yolsuzluğun yerel
kaynakların küresel sermaye birikimi ile eklemlenmesinde alternatif bir yol
olmaya başladığı ifade edilebilir. Son olarak tüm bu unsurları etik açıdan
tarif edecek ve uzlaşmaya dayalı ortak doğrularla karşılaştıracak bir
çerçevenin yokluğu ortaya konabilir. Bu dört unsurun varlığı bir yandan da
toplumların gerçeklik kavrayışını derinden etkilemektedir. Yolsuzluğun
tarifinin giderek zorlaştığı ve yolsuzluğun daha kitlesel ve kurumsal hale
geldiği bir ortamda yolsuzlukla el değiştiren kaynakların miktarı çarpıcı biçimde
artmaktadır. Bunun sonucunda toplumsal düzeyde gerçekleştirilen tüm proje ve
faaliyetler kuşku ile karşılanmakta, medyanın da zaman zaman parçası olduğu bir
yolsuzluk ağı komplo teorilerinin yaygın kabulünü getirmektedir.
Böylesi bir ortamda kentsel alanla
yolsuzluk ilişkisini tanımlamak da giderek zorlaşmaktadır. Sanayisizleşen,
neo-liberal politikaların etkisiyle kutuplaşmaların, çatışma ve yarılmaların
yaşandığı işsizliğin ve yoksulluğun arttığı kentlerde, kent yönetimlerinin olası
tüm araçlarla yolsuzluk da içermesi olası tüm süreçleri meşrulaştıracak
propaganda stratejileri izlemeleri, kentleri yolsuzluk açısından çok daha
sorunlu alanlar haline getirmektedir. Kentsel siyasetin geleneksel siyasal
kategorilerden bağımsızlaşan kişisel karizma ve liderlik gibi unsurlarla
belirlenmeye başlaması da bu süreci güçlendirmektedir. Artık etik ve doğru olan
yerel siyasetçilerin ve kent yöneticilerinin kişisel karizma ve aurası
çerçevesinde belirlenmektedir.
Artık geleneksel etik kurallar ve
yolsuzluk tanımlarının yetersiz kaldığı açıktır. Daha devingen, pragmatik
koşullara uygun çözümleri içeren ve bireylerin eğitim sürecinde içselleştirdiği
bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmaktadır. Bu yaklaşımın belediye başkanının etik
kuralları ihlal ederek değil etik kurallara uyarak seçileceğini, teknik insanın
takdir hakkını adil biçimde kullanarak toplumsal saygınlığı elde edeceğini
kabulü ile ortaya çıkabilir. Bu kabulün bir birey tarafından içselleştirilmesi
ise belki de tüm bir eğitim alanını kapsıyor.
İlköğretim sıralarında zararlı olan
tüm şeyleri içtenlikle “zararlı” olarak kabul eden, resim derslerinde ormanları
kesen, çevreye zarar veren kişileri “kötü” olarak çizen, hayallerindeki kenti
daha yeşil betimleyen küçükler nasıl bir süreçten geçerek yolsuzluk
süreçlerinin faydacı tarafı haline geliyorlar? Belki de asıl incelenmesi
gereken bu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder