Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Haziran 2016 Salı

ANKARA'NIN MAKET TARİH DEVRİ VE UNESCO



Neolitik dönemden Galatlara, Romaya, Ahilik Döneminden Osmanlılara ve Cumhuriyet Dönemine kadar binlerce yıllık bir tarihsel birikime sahip olan Ankara Kentinde, tarihi kent dokusunun korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için yapılanlar ya da yapılmayanlar oldukça uzun bir süredir kent gündeminde önemli bir tartışma gündemi oluşturuyor. Tarihi dokunun korunması için gerekli koruma amaçlı imar planlarının bir türlü yürürlüğe girmemesi ve mahkeme süreçlerine konu olması, Ankara’nın tarihi dokusuna son yıllarda yapılan müdahalelerin uluslar arası koruma ilke ve standartlarına uygun olmaması, korumanın sosyal boyutlarının ihmal edilmesi ve yenilenen tarihi dokuların turizm ve kültür açısından beklenenin çok gerisinde kalması gibi konular bu tartışmanın ana başlıklarını oluşturuyor. Ancak, bir yandan da özellikle Ankara Büyükşehir Belediyesi son yıllarda artan bir hızla, Ulus, Hacı Bayram ve İsmetpaşa gibi yerlerde çeşitli yenileme projelerini uyguluyor.

Bu yenileme projeleri yapılış biçimleri ve sonuçları açısından da ciddi eleştirilere muhatap oluyor. Özellikle özgün tarihi evlerin yıkılarak betondan yeniden yapılmaları, tarihi sokak dokularının yer yer özgün biçiminin dışına çıkılarak yeniden yapılandırılmaları, tarihi dokunun katmanlı yapısı dikkate alınmadan sadece belli bir tarihsel dönemin öne çıkartılması çabaları her geçen gün kamuoyunun gündemini işgal eden yeni bir tartışmaya sebep oluyor. Geçtiğimiz günlerde Hacı Bayram’da bulunan Bizans Surlarının bir kısmının iş makineleriyle yıkılması gibi örnekler tarihi dokunun korunmasında hoyrat bir tavrın ortaya çıktığını gösteriyor.

Tüm bu tartışmaların yanı sıra, yapılan uygulamaların neden turizm ve kültür alanlarında Başkent Ankara’yı uluslar arası ve ulusal platformlarda öne çıkaracak sonuçlar getirmediği de merak konusu oluyor. Oysaki hem yurt içinde hem de yurt dışında tarihi koruma alanında yapılanlarla öne çıkan birçok önemli kent bulunuyor. Ankara’nın tarihi dokunun korunmasında geri planda kalmasının dört temel sebebi bulunuyor:

  • Bunlardan birincisi, Ankara’da tarihi dokunun korunması adına yapılan çalışmaların uluslar arası ve ulusal koruma standartlarının dışına çıkması, korumadan çok yenilemeye yönelerek tarihi dokuyu sosyal ve kültürel bağlamından koparan yapak bir çevre oluşturması. Adeta, tarihsel özelliği bulunmayan yepyeni ve yeni inşa edilmiş bir maket görünümüne bürünen tarihi dokular özellikle uluslar arası platformlarda koruma anlamında gerçek anlamda ilgi çeken uygulamalar olarak görünmüyorlar.
  • İkinci olarak, tarihi dokuların dış kabuğunu oluşturan binalar kadar o binaların temsil ettikleri yaşam biçimi, kültür ve sosyolojik bağlam da önem taşıyor. İçeriği dolu ve ilgi çeken unsurlarla yerel yaşamı doğru ve doyurucu biçimde temsil eden içerik ve sakinler olmadan maket görünümündeki bir koruma ilgi çekmediği gibi tarihin bütünsel korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması açısından da katkıda bulunmuyor. Özellikle restorasyon adına yaşayanları başka yerlere gönderilerek steril bir yaşam çevresi oluşturulması, her yerin birbirine benzer kafe, restoran ve pansiyonlarla doldurulması koruma adına sakil ve tekdüze bir çevrenin ortaya çıkmasına sebep oluyor.
  • Üçüncü, tarihi dokunun korunmasında yerel sivil toplum ile birlikte önemli bir sahiplenme, kimlik ve aidiyet duygusunun inşa edildiğini gösteren, bunu da uluslar arası otoritelere tescil ettiren bir koruma anlayışının bulunmaması, bu koruma anlayışının katılımcı ve halkın işbirliğini teşvik eden bir çerçeveye oturmaması çok önemli bir sorun alanı oluşturuyor. Doğru şekilde korunduğu ve gelecek kuşaklara aktarılmak için doğru çabaların gösterildiği tüm dünyaca kabul görmeyen bir tarihi dokunun yerel, ulusal ya da uluslar arası alanda ilgi çekmesi ya da kabul görmesi pek mümkün görünmüyor.
  • Dördüncü olarak da korumanın genel olarak kentin tümüne hizmet edecek ve kentlinin aidiyet hislerini güçlendirecek kültürel bir birikim ve istihdam stratejileri ile birlikte düşünülmemesi önemli bir sorun alanı oluşturuyor. Kent belleği, kent müzesi gibi bilinen örneklerin dışında yerel el sanatlarını yerel sözlü tarihi belgeleyerek paylaşan işlevlerin düşünülmemesi maket kent imajını güçlendiriyor.


Maket Tarih ve Hoyrat Koruma Anlayışına Karşı Son Bir Deneme: UNESCO Dünya Miras Listesi Adaylığı

Bu sorunların aşılabilmesi için Başkent Ankara’nın tarihi, kültürel ve doğal mirasının korunması konusunda bir ortak aklın ve vizyonun oluşturulması gerekiyor. Kentteki tüm kamu kurumlarının, üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve sıradan vatandaşın benimseyeceği ve katkıda bulunmak isteyeceği, kendini ait hissedeceği ve sahipleneceği bir hedef belirlenmesi önemli bir aşama olarak öne çıkıyor. Mayıs Ayı içerisinde çok geniş katılımla gerçekleştirilen bir etkinlikle kamuoyunun dikkatine sunduğumuz “Ankara Kentinin UNESCO Dünya Miras Alanı Adaylığı” böyle bir başlangıç olabilir. Dünya Miras Alanlığı gibi bir çerçevede hareket edilmesi Ankara tarihi kent dokusunun maket kente dönüşmesini engelleyecek ve tarihi dokunun Ankara Kentine, Türkiye’ye ve tüm insanlığa katkıda bulunacak bir alana dönüştürülmesini sağlayabilir.

Dünyadaki örnekler, savaş ve afetler gibi çok olağanüstü durumlar olmadığı durumlarda UNESCO Dünya Miras Alanı olmanın bir kentin tarihi dokusuna çok önemli düşünsel ve teknik katkılarda bulunduğunu göstermektedir. Bu faydalar şöyle özetlenebilir:

  • Öncelikle dünya miras listesine aday olunması için o alanın tarihsel değerine ilişkin tüm tarihsel birikim bilimsel bir anlayışla bir araya getirilmekte ve bir adaylık dosyası hazırlanmaktadır. Bu anlamda dağınık halde bulunan bilimsel birikimin yerel yönetimler tarafından kullanılması ve farkındalık yaratılması için çok önemlidir. Dünyanın birçok yerinde dünya miras listesi hazırlıkları bilimsel bilginin kurumlar tarafından benimsenmesinde önemli katkılarda bulunmaktadır.
  • Yine dünya miras listesi adaylığı için alanın yerel sahiplenmesini güçlendirecek, alanın yönetsel koordinasyonunu sağlayacak ve işbirliklerini arttıracak bir “alan yönetimi” kurulması gerekmektedir. Konusunda uzman bilim insanlarından ve kurum temsilcilerinden oluşan bu yönetsel yapı alanın takip edilmesini ve sahip çıkılmasını sağlamaktadır.
  • Yine alan yönetiminin yanı sıra alanda yapılacak tüm yatırım ve projeleri koordine edecek bir yönetim planının oluşturulması gerekmektedir. Bu yönetim planı alandaki yetki sahibi tüm kurum ve kuruluşların koordine edilmesini sağlamaktadır.
  • Yönetim planıyla eş zamanlı olarak alanın koruma amaçlı imar planlarının yapılması da gerekmektedir. Koruma planlarının yapılması, alandaki birçok sorunun çözümü ve maket korumadan uzaklaşılması için temel teşkil etmektedir.
  • Dünya miras alanlığı statüsü alındığında, tüm dünyanın dikkati dünya miras alanına çekilmektedir. Dünya miras alanı olan yer hem bilimsel araştırmalar hem de popüler kültür ürünlerine konu olmaktadır. Bu hem alanın tanınırlığını arttırmakta, hem yapılacak yanlış uygulamalara tepkileri ciddileştirmekte hem de alana gelen nitelikli ziyaretçilerin sayısını arttırmaktadır.
  • Ziyaretçi sayılarının artması alanda turizm faaliyetlerinin güçlenmesinin de önünü açmaktadır. Yapılan araştırmalar dünya miras alanı ilan edilen yerlerde turist sayısında ilk beş yılda %3-5 arası bir artış olduğunu, bu artışın çok önemli bir kısmının bilimsel ve kültürel amaçlarla alana gelen nitelikli ve entelektüel bir turist kitlesinden oluştuğunu göstermektedir.
  • Alanın korunmasında uluslar arası ve ulusal fon kaynaklarından yararlanma olanağı artmakta, daha da önemlisi, uluslar arası alanda güçlü uzmanlardan oluşan araştırma ekiplerinin alana ilgisi artmaktadır. Bilimsel alanda artan bu ilgi alanın korunmasında önemli bir destek halini almakta, uygulayıcılara yol göstermektedir. 
  • Bir yerin dünya miras alanı olması ulusal ve yerel bir gurur vesilesi olup yine yapılan araştırmalar bunun hemşerilik bilincini ve kentlilik kimliğini güçlendirici bir etki oluşturduğunu göstermektedir. Bu durum korumada yerel sahiplenme ve aidiyet hislerini güçlendirerek korumada insan unsurunu öne çıkarmaktadır.
  • Dünya miras alanı olmak Birleşmiş Milletler sistemi ve UNESCO ile bağları güçlendirmekte, yerel uzman ve akademisyenlerin kapasiteleri ve birikimi artmaktadır. Bu da alandaki koruma çalışmalarında çok önemli bir kaynak oluşturmaktadır.
  • Yine dünya miras alanlığı, bir yerin korunmasında kamu, özel sektör, sivil toplum ve halk arasında işbirliği ve eşgüdümü güçlendirici araçlar getirdiği için korumada önemli bir yönetsel kapasite oluşumunu sağlamaktadır.


Dünyada ve özellikle dünya miras alanlarının yoğunlukta olduğu Avrupa Başkentlerinde, dünya miras alanlığı statüsünün korumada doğru ve gelişen uygulamaları yapmak için çok önemli bir araç olduğu görülmektedir. Hoyratça ve ben yaptım oldu şeklinde, maket kentler üreten bir koruma anlayışı yerine sürekli öğrenen ve kendini geliştiren bir koruma yaklaşımının getirilmesi için bu sebeple dünya miras alanlığı süreci Ankara için bir araç olarak kullanılabilir, bu yolla yanlış koruma uygulamalarından vazgeçilmesi sağlanabilir. Ankara’da korumada doğru yaklaşımların tercih edilmesi de nihai olarak Ankara Kentinin sosyal, ekonomik ve kültürel gelişimine önemli katkılarda bulunacaktır. 

4 yorum:

turabi dedi ki...

Ankara için kent, para kazanmak için var. Yaşamak için değil. Böyle yaklaşıldığında, Tarih, bu düşüncenin önündeki her bakımdan en büyük engeldir. Bu engeli geçmenin en kolay yolu da kural ve hukuk tanımazlıktır. Ne yazıktır......

turabi dedi ki...

Ankara için kent, para kazanmak için var. Yaşamak için değil. Böyle yaklaşıldığında, Tarih, bu düşüncenin önündeki her bakımdan en büyük engeldir. Bu engeli geçmenin en kolay yolu da kural ve hukuk tanımazlıktır. Ne yazıktır......

Turhan dedi ki...

Bu sorunun en büyük nedenlerinden birisi Ankaranin yerel halkının göçüp gitmesi ve yoğun miktarda başka şehirlerden göç almasıdır... İkincisi restorasyon olacak binaların denetimini kültür ve turizm bakanlığının değil belediyelerin yapiyor olması... üçüncü ise bu denetimsizliklerden ötürü yapılaşmanın restorasyon değil de yık-yap politikasının olmasi...

Savaş Zafer Şahin dedi ki...

Mehmet Tuncer Hocamızdan gelen bir yorumu buraya ekliyorum: 2016 Yılında da Hacıbayram Camii ve Augustus Tapınağı çevresindeki doku ile
birlikte UNESCO Dünya Mirası Ön Listesi'ne (Tentative List) girmiştir.
Hacıbayram-ı Veli Camii son yıllarda yapılan büyük ölçekli müdahalelerle
özgünlüğünü yitirmiştir. Son cemaat mahalinin yıkılarak büyütülmesi,
üzerinde yer aldığı höyüğün tahrip edilerek, yeraltında kadınlar mahfili ve
büyük bir otopark yapılması ile Mevlevilik Tarikatının en belirgin
göstergelerinen olan bu zarif, mütevazi ve küçük ölçekli cami giderek
çevresindeki yapılaşmalarla bir Külliye'ye dönüşmüştür.
Hacıbayram çevresindeki tarihi kent dokusu uzun yıllar ihmal edilmiş ve
çöküntü bölgesi haline gelmiştir.
Son yıllarda çevredeki tarihsel kültürel yapı stoku teker teker yıkılarak
yeni yapıları “ESKİYMİŞ GİBİ” yapan bir anlayışla ele alınmıştır. Bu
yapılırken yapıların kat yükseklikleri arttırılmış, “YENİ- TARİHİ ESERLER”
ortaya çıkmaya başlamıştır.
Bu aslında son zamanlardaki giderek artan Osmanlı ve Selçuklu dönemlerine
ÖYKÜNME ve ÇAKMA TARİH oluşturma çabalarının da bir parçası gibi
görünmektedir. Sahte yapılar, sahte sürlemeler vd ögelerle sanki gerçekle
yarışan SANAL bir ortam oluşturulmaktadır. Bu aslında toplumun gerçeklerden
kaçışı, mimar Oktay Ekinci'nin tabiri ile “FERYAT FİGAN BİNALAR” ile
geçmişe öykünme” dir.