YİRMİBİRİNCİ
YÜZYILIN BELEDİYE BAŞKANI İÇİN 7 İLKE[1]
On
yıldan fazla bir zaman dilimini geride bıraktığımız yirmi birinci yüzyıl,
yaşanan demografik devrimin sonucunda “kentlerin yüzyılı” olarak adlandırılmayı
çoktan hak etti. Dünyadaki kentli nüfus kırdaki nüfusu çoktan geçmişken,
siyasal, iktisadi, kültürel ve bilimsel tüm gelişmelerinin odağına kentlerin
oturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak, böylesine önem kazanan
kentlerin yönetiminde, alışılageldik yöntem ve yapıların, başta da belediye
başkanlarının bu gelişmeye ayak uydurabildiklerini söylemek çok zor. Hatta
yakın bir gelecekte belediye başkanlıklarının daha ziyade sembolik bir yönetim
işlevine dönüşebileceği, kentleri makine ve yazılımsal araçlarla bu araçları
yönlendiren bir teknokrat sınıfının yöneteceği tartışmaları dahi yapılmakta.
Yine de, yönetim, örgütlenme ve demokrasi deneyimlerinin gelecekte de insani
ilişkiler temeline oturacağı, belediye başkanlarının da her zamanki kadar
önemli liderler olacağı varsayımından hareket edersek, yirmi birinci yüzyılın
belediye başkanlarına ilişkin bir fikir yürütme egzersizine girişebiliriz. Geride
bıraktığımız yıllardaki deneyimler bize bu geleceğin kentlerini yönetebilme
ihtiyacının temelde, iklim değişikliği, bilim ve teknolojinin sorunları çözme
kapasitesi, temsili demokrasinin krizi ve katılımcılık konusundaki hayal
kırıklıkları, üretimin değişen doğası, insani ilişkiler ve yaşanabilirlik
ihtiyacı gibi kökleri olacağını göstermektedir. Buradan hareketle yirmi birinci
yüzyılın lider belediye başkanı, başarılı olma kaygısının ötesinde, gerçekten
dünyanın ve insanlığın geleceğini dert ediniyorsa, öncelikle 4 temel alandaki
değişkenleri dikkate alması gerekiyor:
Siyasal
değişkenler:
Küresel güç dengelerinin doğuya kayması, modernizmin yaygın eleştirisi,
ulus-devletlerin kabuk değiştirmesi, kimlik siyasetinin ve milliyetçiliğin
yükselişi, temsili demokrasilerin krizi ve çoğunluk sultasına dönüşme eğilimi,
medya ve sosyal medyanın birer güç haline gelmesi, katılımcı demokrasinin bir
alternatif olarak önerilmesi, kamusal alanın kentlerde daralması/sanalda
genişlemesi, aktif yurttaşlık kavramının vurgulanması, iklim sorunlarının
siyasi sorun haline gelmesi, geleneksel siyasi ayrımların çözülmesi, imaj ve
algı yönetiminin siyasi kategorilerin yerini alması, yerel siyasetin yükselişi,
kurulu ağlara katılamayanların yalnızlaşması, katılanların doğuştan kazanılan
kimlikler etrafında birleşmesi…
Teknolojik
değişkenler:
Sanayi toplumunun bilgi toplumuna, bilgi toplumunun içerik toplumuna dönüşmesi,
teknolojik gelişme ivmesinin beklenenden hızlı artması, enerji ve çevre
teknolojilerinin başat alanlar haline gelmesi, genetik biliminin gelişmesiyle
birlikte yaşamın kendisinin metalaştırılması, yazılım ve veri tabanı
çözümlerinin küreselleşmesi, temel mühendislik ve bilim dallarının birbirine
yakınsaması, teknolojinin kullanıcıya ve tasarıma bağımlı hale gelmesi, fikri
mülkiyet haklarının anonimleşerek ortadan kalkması ya da katı denetimi…
İktisadi Değişkenler: Dikey
örgütlenme biçiminin yerini yatay hatta sipariş üretimine bırakması, hizmet
sektörünün yükselişi, küresel ekonominin ağırlığının doğuya kayması, kumanda ve
denetimin çok uluslu şirketlere geçmesi, lojistik zincirlerin giderek daha çok
karmaşıklaşması, gündelik yaşamın küresel senkronizasyonu, finans piyasalarının
hakimiyetinin sonuna gelinmesi, genetik bilimiyle yaşamın temel taşlarının
metalaştırılması, krizlerin sürekli hale gelmesi, gıda fiyatlarının artması,
yenilikçilik/yaratıcılık/tasarım/pazarlamanın ürünün yerini alması, küresel
tüketim alışkanlıkları yereli işgal ederken yerelin küresel pazara çıkmaya
çalışması…
Mekansal
Değişkenler:
Dünya kentleri ağının ulus devlet ağlarının yerini alması, ulusların mekansal
dizgelerinin bozulması, kentleri daha da yaygınlaşarak kent-bölgelerin
oluşması, ulusal kültürün yerini kozmopolit dünya kenti kültürünün alması,
yaratıcı endüstrilerin yükselişi, mega proje ve etkinliklerle kentlerde
dönüşümün sürekli hale gelmesi, kültür ve turizm temelli marka değerinin öne
çıkması, kentler arası ve kent içi ulaşım ağının gelişmesi, kent merkezi
çökerken alışveriş merkezlerinin yükselişi, kentlerde sosyal kutuplaşma, gelir
adaletsizliği ve gerilimlerin artması, belediye başkanlarının aşırı güçlenmesi
ve birer kent patronuna dönüşmesi, kentlerin birer propaganda makinesine
dönüşmesi, ekolojik felaketler…
Böylesi
karmaşık gelişme ve süreçleri bir belediye başkanının tek başına
göğüsleyemeyeceği açıktır. Ancak, bu süreçlerin tam odağında yer alan kentleri
yönetmeye aday belediye başkanlarının, gelecekte bu süreçleri dikkate alan
ilkeleri izleyerek yola çıkması beklenir. Bu anlamda tüm dünyada yapılan
tartışmalar ışığında 7 temel ilkeyi belirlemek olası görünüyor:
1.
Kent yönetiminde
bilimsellik: Pozitivist
yaklaşımlardan dolayı hırpalanmış, popülist tercihler sebebiyle geri plana
itilmiş bilim, bütünsel yaklaşım ve yeni gelişmelerle karmaşık sorunlara yeni
bakış açıları getiriyor. Kentlerin kadim sorunlarının yeniden ele alınmasında
bilimin ve bilimsel bilginin çizdiği çerçevenin hep göz önünde bulundurulması,
bunun için kentin bilimin kendisini ifade etmesi için bir arayüz olarak
konumlandırılması gerekiyor.
2. Vizyonerlik: Yakın geçmişte vizyonerlik, dünyadaki
sansasyonel yaklaşımların taklidi, “en büyük”, “en devasa” ve diğer “en”ler
olarak anlaşıldı. Bu tutum, çevresel, sosyal ve iktisadi birçok sorunu
beraberinde getiriyor. Seçim dönemlerinin ötesine uzanan yeni ve uzun erimli
“gerçek” bir vizyonerliğe ihtiyaç var. Bunun için de belediye başkanının
düşünürlerle temas halinde olması yaşamsal.
3.
Gerçekçi ve Tam
Katılımcılık: Çoğu
kentte kentsel kamusal alanların azalması, aşırı güçlü belediye başkanları,
merkezileşen yönetim anlayışı sebebiyle uzlaşma ve işbirliği kültürü yerini
çatışma alışkanlıklarına bıraktı. Yaygın bir söylem haline gelen katılım ise
göstermelik çabalarla marjinalleştirildi. Oysaki gücünü kentliden almayan bir
başkan ve yönetiminin yeni yüzyılı karşılamada ciddi sorunlar yaşayacağı açık.
Teknoloji, psikoloji ve sosyoloji alanının desteğiyle yenilikçi ve
gerçekleştirilebilir yeni bir katılımcılık yaklaşımının yaşama geçirilmesi
olmazsa olmazların başında geliyor.
4.
Yenilikçilik: Yenilikçilik
daha çok özel sektör ve üretimde geçerli bir kavram gibi algılandı. Oysa en
fazla yeniliğe ihtiyaç duyulan yerler kentler, yenilikçilikle en fazla katma
değer üretilebilecek yapılar yerel yönetimler. Bunun için yirmi birinci
yüzyılın belediye başkanının belediyesini yenilikçilik temelinde yeniden
yapılandırmak ve gerekli kapasiteyi oluşturmakla işe başlaması gerekiyor.
5.
Sosyal Adalet: Yeni iletişim
teknolojileri, kentte farklı gelir guruplarının birbirinden ayrışması insani
ilişkileri dönüştürdüğü gibi, geleneksel dayanışma ağlarını ve kültürünü de
ortadan kaldırmakta. Kentte yaşamanın maliyeti yükselirken, kentliler
arasındaki “insanca” yaşama maliyetleri de artmakta. Belediye başkanının
kentine özgü sosyal adaleti yeniden tanımlayıp, bu tanımla yerel hizmetleri
yeniden şekillendirmesi gerekiyor.
6.
Yönetimde kent-çevre
sürekliliği:
Artık kentler doğada birer vaha değiller. Önce kırı, ardından da çevreyi
sürekli olarak işgal eden ve yayılan, yayılırken kendini besleyen kaynakları
sömüren ve hatta yok eden varlıklar. Önümüzdeki süreçte kentleri çevresel ve
ekolojik bütünün bir parçası olarak ele almayı başaran lider belediye
başkanlarıyla yola devam edemezsek gelecek pek de parlak görünmüyor.
7.
Özgünlük ve
Özgüven:
Geçmiş dönemin sorunlarının büyük bir kısmının temelinde eski dünyanın
çözümlerini ve hatalarını tekrarlamak, aynılaşmak ve gerçek anlamda “yerel”
olanı cesaretle var etmek yatıyor. Bunun sonucunda kentler, birbirinin benzeri
projelerle, yapılarla doldu, yereli korumak adına yapılanlarla geçmiş yeniden
üretilip sahte bir “altın çağ” dekoruna dönüştürüldü. Geleceğin belediye
başkanının, gerçek anlamda yerel özgünlükleri yakalayıp bunları özgüvenle
uygulaması gerekiyor.
Bu
yazıyı okuyanlar güncel tartışmaları düşünerek aşırı idealist bulabilirler.
Bizim bunları tartışmamız için daha çok fırın ekmek yememiz gerekir
diyebilirler. Bu yazının amacı ideale ulaşmaktan çok, etrafımızdaki belediye
başkan adaylarını değerlendirebilecek bir dizi ölçütü tartışmaya açmaktı.
Neticede ideal olana bakmadan günümüzü değerlendirmek, şaşı bir gözle
perspektif çizmeye benziyor. İdealleri ve ütopyaları kaybettiğimiz gün
günümüzün de ayağımızın altından kayacağını unutmamamız gerekiyor.
[1] Optimist
Dergisinin Mart 2014 Sayısı için hazırlanmış yazının gözden geçirilmiş halidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder