Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

imar rantı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
imar rantı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ocak 2020 Cuma

ANGARANIN İMAR EMSAL OYUNLARI


Ankara Türkiye Cumhuriyetinin Başkenti ilan edildikten sonra çağdaş şehircilik ve planlama yaklaşımlarıyla imar edilmiş, uzunca bir süre planlı kentsel gelişmenin öncü ve örneği olagelmiştir. Ankara’nın kentsel gelişmesi bir üst ölçekli plana bağlı olarak ve planda ihtiyaç dışında çok fazla değişiklik yapılmadan 1970’li yıllara kadar sürmüştür. Bu süreçte Ankara’nın gelişimini yönlendiren planlar yarışmalar ve uzman ekipler tarafından yapılmış ve kentin temel ihtiyaçlarına göre kurgulanmıştır. Planlama süreçlerine konut alanlarının oluşturulmasında ve kamu yapılarının elde edilmesinde kooperatifçilik gibi modeller eşlik etmiş, devlet mahallesi, Atatürk Orman Çiftliği gibi yenilikçi yaklaşımlar Avrupalı mimarların da katkısıyla uygulanmıştır.
Ancak, özellikle 1970’li yıllardan sonra önce gecekondu alanlarının denetimsiz bir şekilde yaygınlaşması, 1980’li yıllardan sonra da kentleşme süreçlerine ilişkin kararların ağırlıklı olarak yatırımcılar ve arazi sahiplerinin etkisiyle verilmesi sonucunda Başkent Ankara planlı kentsel gelişmeden uzaklaşmıştır. Oysa sağlıklı gelişen bir kentte, piyasa mekanizması ile planlama süreçlerinin kamu yararına işleyişi arasında kentin bütününü gözeten bir denge kurulması çok önemlidir. Bu dengenin bozulmasının çok ciddi bedelleri vardır ve bu bedelleri bütün Ankaralılar yıllardır ödemektedir.


Ankara Plan Disiplininden Nasıl Koptu?

  • Başkent Ankara’nın bütünsel olarak planlanmasını öngören son plan 1970’li yıllarda yapılan “Ankara 1990 Nazım İmar Planı”dır. Bu plan Ankara’nın 1990’ların başına kadar nasıl gelişeceğini öngörmekteydi. Bu planla öngörülen Bakanlıkların Eskişehir Yoluna kaydırılması gibi kararlar bugün hala geçerlidir. Ancak, bu plandan sonra bir daha bu kadar etkili bir üst ölçekli plan yapılmadı.
  • 1980’lere gelindiğinde Başkent Ankara’nın yaklaşık %50’si gecekondulardan oluşan bir kuşakla çevrilmişti. 1980’li yıllarda çıkarılan imar affı ve gecekondu kanunları ile bu gecekonduların apartmanlara dönüşümünün yolu açıldı. Ankara’nın çok önemli bir kısmı üst ölçekli plan olmaksızın gecekondudan apartmanlara dönüşmeye başladı. Bugünün imar planı değişikliklerinin önemli bir kısmının başlangıç noktasını bu dönüşüm teşkil etti.
  • 1990’lı yıllardan 2010’ların başına kadar geçen yaklaşık 20 yıllık süreçte Başkent Ankara’da bir üst ölçek plana bağlı olmaksızın yaklaşık 8000 imar planı değişikliği yapıldı. Bu dönüşüm süreci kentin tüm dengelerini bozdu. O yıllarda kentte 50 bin civarında imar adası bulunduğu düşünülürse neredeyse her 6-7 imar adasından birinde değişiklik yapıldığı görülebilir.
  • Bu değişiklikler öncelikle gecekondudan apartmana dönüşen alanlarda, kent merkezlerinde ve mevcut kent dokusunda yapı ve nüfus yoğunluklarının artmasına, kaçak ve iskan dışı yapıların yasallaşmasına yönelik değişiklikler meydana getirdi. Öte yandan Çayyolu gibi bölgelerde öngörülmemiş lüks konut bölgeleri oluşmaya başladı.
  • 2010’lu yıllara kadar gerçekleşen imar planı değişikliklerinde hala genel olarak ayrıcalıklı imar haklarının kısıtlı olduğu görülmekteydi. Yapılan değişiklikler ağırlıklı olarak parsel bazındaydı ve imar planlarının mahkeme kararlarıyla iptal edilmesi sonrasında devam eden inşaatlara çok nadiren rastlanmaktaydı.
  • Ancak, Ankara için imar planı değişiklikleri konusunda esas milat 2010’lu yıllardan sonra başladı. 2007 yılında bir üst ölçekli plan onaylanmış olmasına rağmen imar planı değişiklikleri yeni bir boyuta taşındı.
  • Bu değişikliğin en temel sebeplerinden birisi kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarıydı. Belediye Kanununda yapılan değişikliklerle birlikte daha önce imara açılması mümkün olmayan yapı yasaklı bölgeler ve imar planları mahkeme kararlarıyla iptal edilen yerler kentsel dönüşüm bölgesi ilan edilerek imar planları yapılmaya başlandı.
  • Bunun dışında ayrıca şehrin gelişme alanı dışında özellikle ana ulaşım aksları üzerinde bugüne kadar görülmemiş inşaat emsali artışları getiren imar planı değişiklikleri yapılmaya başlandı. Bu değişikliklerin büyük bir kısmında karma işlevli ofis, konut, rezidans, avm gibi kullanımlar bir arada öngörülmekteydi.
  • 2010 yılı sonrası dönemde de geçen sürede yaklaşık 5000 imar planı değişikliği yapıldı. Bu planların önemli bir kısmı, ayrı sorunlu yer için tekrar tekrar yapılarak belediye meclisinde onaylanan planlardı.
  • 2010’lu yıllardan sonra Ankara yeni bir olgu ile karşılaştı: tüm mahkemelere ve iptal kararlarına rağmen durmayan inşaatlar ve hukuku bir şekilde dolanan imar planı değişiklikleri.
  • Sonuçta 1980’lerden bu yana yapılan 13000 kadar imar planı değişikliği ile şehrin üst ölçek plana ve plan disiplinine dayalı gelişim çizgisi tarihe karıştı. Kentin geleceği ipotek altına alındı, aşırı maliyetli ve sorunlu bir kentleşme süreci ortaya çıktı, kentliler rant arayan bir topluluğa dönüştüler.
Tüm Mahkeme Kararlarına Rağmen Bu değişiklikler Nasıl Uygulandı: Emsal Oyunları
  • Son on yıla kadar, imar planı değişikliği ve inşaat ruhsatı verilmesi arasındaki sürede çoğunlukla mahkeme kararları sebebiyle inşaatların çok istisnai örnekler dışında devam etmediği görülmekteydi. Ancak, son yıllarda hem teknik hem de hukuki olarak izlenen yollar tüm hukuksuzluklara karşın inşaatların devam etmesine ve belirlenen inşaat emsallerinin çok üstüne çıkılmasına sebep olmuştur. Sonuçta kentin çok farklı yerlerinde kentin genel yapısı ile uyumsuz yükseklik ve yoğunlukta yapılar ortaya çıkmıştır.
  • Bu durumun ortaya çıkmasında birinci sebep imar planları ile inşaat emsallerinin arttırılmasıdır. İnşaat emsali arsa yüzölçümü ile üzerine yapılacak inşaat alanı arasındaki oranı temsil etmektedir. Hukuksuzluğu tescil edilen pek çok binada inşaat emsallerinin 2 ya da 3 kata kadar arttırıldığı görülmektedir.
  • Şehircilik ilkelerine göre insanca yaşamaya uygun inşaat emsallerinin en fazla 2 emsali aşmaması gerektiği bilinir. Yani inşaat alanının arsa alanının iki katından fazla olmaması gerektiği görülmektedir. Bu oran da daha çok kent merkezinde ve merkezi iş alanlarında görülmektedir. Ankara’da son yıllarda neredeyse 3 emsal standart haline gelmektedir.
  • Yapılan inşaat emsal artışları imar yönetmeliklerinde yapılan düzenlemelerle bina çıkmaları, çatı ve bodrumda yapılan inşaatların emsal dışı bırakılması ve binanın girişinin yüksek yoldan verilmesi gibi yaklaşımlarla getirilen ve “gizli emsal” olarak anılan artışlarla neredeyse iki katına çıkarılmaktadır. Planlarla 3 emsal verilen bir bina gizli emsallerle 4 hatta 5 emsale kadar çıkabilmektedir.
  • Kuşkusuz bu inşaat emsali artışları kentin kamu yararını savunan meslek odaları ve kurumlar tarafından izlenmekte ve yargı yoluna gidilmektedir. Geçmişte bu amaçla açılan davalarda ise yargı kararlarını dolanmak ve inşaatı sürdürmek için hukuk dışı yollar bulunmuştur.
  • İmar planı değişikliği ilk defa ilgili belediye meclisinden geçtikten sonra hızla ruhsat verilmekte, mahkeme süreci devam ederken binanın kaba inşaatı ilerlemektedir. Mahkemeden bir yürütmeyi durdurma kararının çıkması durumunda ise aynı planda küçük değişiklik yapılarak plan yeniden meclisten geçirilmekte ve bu süreç inşaat tamamlanana kadar devam etmektedir. Bunun sonucunda nihai olarak planları iptal edilen ve neredeyse içinde oturulmaya başlanmış binlerce bina Ankara’yı kaplamıştır.
  • Yürütülen bu hukuksuz süreçleri meşrulaştırmak amacıyla herhangi bir hukuki altyapısı bulunmamasına rağmen arsa devri, eğitim ya da sağlık tesislerinin ilgili yatırımcı tarafından yapılması ya da imar artışı karşılığında belediyeye belli miktarda bağış yapılması sıklıkla karşılaşılan uygulamalardandır. Ancak, bunların hiçbiri yapılan değişiklikleri hukuki ya da teknik açıdan doğru hale getirmemektedir.
  • Tüm bu değişiklikler sonrasında bir şekilde imar planları yasallaşarak meşru hale gelen aşırı inşaat emsali kullanmış yapılar ise hukukta “kazanılmış hak” olarak değerlendirilebilmekte, yakın çevredeki mülklerin  benzer taleplerine konu olabilmektedir.
  • 2019 Yerel seçimleri sonrasında Ankara’da göreve gelen tüm yerel yöneticiler imar konusunda bu binlerce örnekten oluşan karmaşık sürecin yükü ile karşı karşıya kalmıştır.
Emsal Oyunlarıyla Dönüşen Ankara’da Nasıl Bir Tahribat Oluştu?
  • Kentsel gelişim süreci haksız emsal artışlarına dayanan imar planı değişiklikleriyle bozulan Başkent Ankara’daki en büyük tahribat ahlaki değerler ve kentte yaşayanların gelecek algısında olmuştur. Başkent Ankara’da yaşayanlar için en önemli gelir beklentisi arazi rantı elde etmek haline gelmiştir. Bunun için arsa ve ihtiyaç fazlası konut sahibi olmak standart hale gelmiştir. Bu durum ekonomik gelişme dinamikleri için yıkıcıdır.
  • Kentin bütünü dikkate alındığında arazi kullanım kararları ile ulaşım ve altyapı sistemleri arasındaki ilişki kopmuştur. Sürekli imar planları değiştirilirken mevcut altyapının kapasitesi aşırı yüklenmiş, ulaşım yatırımları kapasite altı çalışır ya da ihtiyaca cevap vermez hale gelmiştir. Yapılan ulaşım ve altyapı yatırımlarının etkisi ve verimliliği çok düşük, maliyeti aşırı fazla hale gelmiştir.
  • İmar planı değişiklikleri yoluyla zenginleşme ve sermaye birikimi siyasi ve bürokratik yapıda bozulmaya sebep olmuştur. Siyasetin finansmanının kentsel rant üzerinden sağlanması siyaset ve bürokraside değer yozlaşmasına ve kentte yaşayanların katılım ve denetiminden uzak siyasi süreçlerin ve planlama yaklaşımlarının oluşmasına sebep olmuştur.
  • Özellikle karma kullanım olarak yapılan emsal artışlarıyla kentte ihtiyaç fazlası ofis, avm, lüks konut ve işyeri stoku oluştu. Başkent Ankara’da özel sektör gelişim hızıyla doldurulması neredeyse imkansız olan bu ofis ve işyeri stokunun nasıl eritileceği sadece mülk sahiplerinin değil, tüm kentin sorunu haline geldi.
  • Kentin ekonomik faaliyetlerinde tasarrufların çok önemi bir kısmı inşaat sektörü üzerinden emsal artışlarına yatırıldı, sanayi ve diğer katma değer yaratan sektörlerin gelişimi için gerekli finansal kaynaklar daraldı. Ankara, çok önemli potansiyellerini kullanamaz duruma geldi.
  • İmar Planı değişiklikleriyle kalan son vadiler, dere yatakları, ekolojik hassas bölgeler imara açıldı, kent iklim değişikliği karşısında zayıf ve savunmasız hale getirildi, su kaynakları verimsiz kullanılmaya başlandı.
  • Kentin kamusal alanları ve merkezleri kan kaybetti, yapılan karma kullanım alanlarıyla Ankaralıların hafıza mekanları ortadan kalkmaya başladı. Pek çok yerde eğitim, sağlık, spor, kültür ve sosyal alanlar ancak para ile kullanılabilen ve belli sosyo-ekonomik statüye sahip insanların kullanabildikleri alanlar haline geldi.
Emsal Oyunlarının Yarattığı Tahribat Düzeltilebilir mi?
  • Ankara’da özellikle yeni seçilen yerel yöneticilerin önemli bir kısmının artık imar planı değişiklikleriyle emsal artışı yapılmayacağını vaat etmeleri önemli bir gelişmedir. Ancak, bu iradenin gerçeğe dönüşebilmesi için alınması gereken önemli önlemler vardır.
  • Öncelikle, Ankara’nın kentsel gelişim sürecini gerçekçi ve sürdürülebilir bir şekilde yönlendirecek bir üst ölçekli plana ihtiyacı vardır. Mevcut üst ölçekli planlar ihtiyacın 3 katı alanı imara açmayı öngörmektedir. Bu yanlış yaklaşımı değiştirmek, henüz yapılaşamamış aşırı emsalli parsellerin durumunu düzeltmek için gerekirse uluslararası bir yarışma ile Ankara’ya yeni bir üst ölçekli plan yapılmalıdır.
  • Yapılan bu planda, kentte hukuki olarak kazanılmış hak olarak değerlendirilen emsal artışları ele alınmalı, biriken bu kentsel rantın kentin farklı bölgelerine imar hakları transferi ya da imar sertifikaları yoluyla aktarılması sağlanmalıdır.
  • Kente karşı suç niteliği çok yüksek örneklerde binaların bir kısmının yıkılması ya da tıraşlanmasından kaçınılmamalıdır.
  • Aşırı emsal artışı yapılmış ve yapılaşması tamamlanmış alanlarda elde edilen kentsel rantın kamuya geri dönmesi için hükümet tarafından yasal düzenleme yapılmalıdır.
  • Ayrıca, yaklaşık 35 yıllık imar kanunundaki en temel sorun olan, “emsal üzerindeki parsele aittir” yaklaşımı değiştirilmeli, planlanan bölgedeki yapılaşma hakkının hakça paylaşımı için üçüncü boyutta paylaşım ilkesine geçilmelidir.
  • Ayrıca kentin sadece imar artışları ile ekonomik canlılık kazanması önyargısının değişmesi için sanayi ve üretime yönelik sektörlere teşvik edici önlemlerin alınması, gerekirse inşaat sektöründen diğer sektörlere geçen yatırımcılara destek verilmesi önemlidir.







3 Ağustos 2016 Çarşamba

FETÖYÜ İMAR RANTLARI MI BESLEDİ?


15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, darbe girişiminin odağında bulunan FETÖ/PDY üzerinde çok geniş çaplı bir soruşturma ve tartışma süreci başladı. Bu tartışma süreci toplumun belli kesimleri için yeni görünse de aslında FETÖ’nün toplumsal alandaki yayılımı, siyasi, iktisadi ve kültürel etkileri konusunda uyarılar çok uzun zamandır yapılıyordu. Bu uyarıların neden dikkate alınmadığı ya da göz ardı edildiği daha çok uzun yıllar tartışılacak. Ancak, bulunduğumuz noktada en önemli konuların başında, FETÖ’nün özellikle son yıllarda bu denli büyük bir güce nasıl ulaştığı geliyor. Bir terör örgütü olarak hangi sermaye birikim süreçlerini yönettiği, finans akışının nasıl sağlandığı gibi soruların yanıtlarının verilmesi gerekiyor. Ancak bu şekilde ülkeyi iç savaşın eşiğine kadar getiren bu darbe girişimini başlatan terör örgütünün tam olarak etkisiz hale getirilmesi sağlanabilir.

FETÖ’nün faaliyette bulunduğu her alanda, iki temel sosyal davranış biçimini bir araç olarak kullandığı görülmektedir. Bunlardan birincisi, özellikle muhafazakâr ve İslami ideallere dayalı olarak oluşturulan muğlâk bir söyleme dayalı “hizmet” olarak adlandırılan yatırım ve girişimlere taşra’dan, gecekondu mahallelerinden ve yeni muhafazakâr orta sınıftan yardım adı altında destek toplanmasıydı. Toplanan bu desteğin nasıl kayıt dışı tutulduğu, nasıl belli sermaye gruplarının oluşum sürecinde kullanıldığı konusu rahmetli Uğur Mumcu’nun uyarılarından başlayarak birçok defalar deşifre edildi, ayrıntısıyla açıklandı. Mütedeyyin ve geleneksel değerlere kendini yakın hisseden kesimlerin yardım duyguları başka birçok olayda olduğu gibi zekât ve sadaka adı altında istismar edildi. Hem de bu istismar kitlelere, kolaylıkla reddedilemeyecek biçimde, yurt dışında açılan ve Türkiye adına bir nevi manevi cihat icra ettiği iddia edilen okullar, bilim, teknik gelişim, eğitim ve hatta uzun yıllardır Türk-İslam sentezinin sloganlarından “batının tekniğini almak ama ahlaken İslama ve geleneksel değerlere bağlı kalmak” formülünün canlı örneği olarak kabul ettirildi. Sonuçtaysa ortada kayıt dışı, denetlemeyen, nereden gelip nereye gittiği belli olmayan bir sermaye birikim süreci bulunmaktaydı.

İkinci olarak, bu sermaye birikim sürecinin kullanımı yoluyla toplumdaki diğer sermaye birikim süreçleriyle ilişkilenmek, bunun için de çok yaygın bir çıkar kollama ve hami-adamı ilişkileri ağı kurulması söz konusuydu. Zaten, Türk toplumu gibi geç sanayileşme sürecinde kollamacı ve kayırmacı ilişkilerin yoğun biçimde devam ettiği bir toplumda bu çok da zor olmadı. İlk başlarda devlet kademesindeki yükselmeler gibi konularda kollamacı ağların oluşması ile başlayan bu süreç, giderek farklı sektörlerde birbirini kalkındıracak ayrıcalıklı çıkar ağlarının oluşmasına doğru evrim geçirdi. Devlet içerisindeki FETÖ kollamacı ağı ile iktisadi sektörlerdeki kollamacı ağlar arasında da çok ciddi bir eklemlenme görülmekteydi. Bu eklemlenmenin ara kesitinde FETÖ’nün bu derece etkili olmasını sağlayan düşünce odakları inşa edilmekte, siyasi olarak belli kesimlerden bir koalisyon inşa edilerek ayrıca siyasi ve kültürel bir güç mekanizması devşirilmekteydi. Burada medya, sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerden oluşan bir yapı, FETÖ’nün kollamacı ağlarının meşruiyetini sağlayacak zemini oluşturmaktaydı. Bir dönemin Abant toplantılarından Türkçe Olimpiyatlarına kadar birçok ritüel, törensellik ve girişim bu tür bir çabanın ürünü olarak görülebilir. Üretilen “hizmet” miti toplumdaki birçok kesim için etkili oldu, başta siyasiler olmak üzere akademisyenler, medya mensupları ve her kesimden insan farkına bile varmadan oluşan halenin etkisine kapıldılar. Burada, kurulan ilişkilerin ve etkilenmenin düzeyi ve şiddeti sempatiden başlayarak işbirliğine kadar giden bir yelpazeye yayıldı. Tabiri caizse tam olarak at izi it izine karıştı.

Bu süreçte, bir şehir plancısı, mekânla ilişkili olarak siyaset ve kamu yönetimini inceleyen bir akademisyen olarak en çok ilgimi çeken meselelerden birisi kaçınılmaz olarak FETÖ türü bir yapılanmanın Türkiye’de kentler ve kent planlama ile ilişkisi oldu. Bu anlamda bazı noktalara temas etmenin yaşamsal olduğunu düşünüyorum. Son on-on beş yılda kalkınmanın temel dinamiklerinin inşaat sektörü üzerine inşa edildiği, imar planı değişikliklerine, kentsel dönüşüm projelerine ve büyük projelere dayalı bir kalkınma modelinin uygulamaya konduğu çokça ifade edildi. Hatta bu yaklaşımın kaçınılmaz bir sonucu olarak ülke içerisindeki ulusal sermaye birikim süreçlerinin İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyükşehirlerin kentsel rantından pay almaya doğru yöneldiğine de değinildi. Neredeyse tüm sermaye gruplarının bir şekilde İstanbul’daki kentsel projelerde yer alması bunun temel göstergelerinden birisi olarak kabul edildi. Ancak, bu süreçte, kentsel rantın dağıtımındaki mekanizmaların nasıl kurgulandığı hep bir tartışma konusu olarak kaldı. Yine de, büyükşehirlerde yapılan imar planı değişiklikleriyle oluşturulan rantın belli gruplara aktarıldığı, bu grupların bir kısmının çoğunlukla belli cemaatlere mensup olduğu kuşkusu ifade edildi. Elde edilen rantın bir kısmının bu cemaatlere ait okul, yurt ve diğer tesislerin yapımında kullanılacağı söylemi bu rant dağıtım mekanizmasının meşruiyetini oluşturdu. Özellikle büyükşehirlerin çeperlerindeki yeni gelişme alanlarında, kimi zaman da kentin meskun mahallerinden yalıtılmış yeni yaşam alanlarının oluşturulmasında bu mekanizmalara başvuruldu.

Kuşkusuz bu süreçlerden yararlananlar sadece FETÖ ile sınırlı değildi. Neredeyse tüm cemaat yapıları, imar planı değişiklikleri ile yaratılan bu ranttan bir şekilde yararlandı. Çünkü kimlik siyasetinin kazananları imar rantının şampiyonları olarak görüldüler. Ancak, FETÖ’yü ilginç kılan iki ayrı unsura değinmek gerekiyor. FETÖ’nün hareket alanının genişliği dolayısıyla yerel yönetimler ve çeşitli kamu kurumlarının, kamunun tasarrufundaki çeşitli arazilerin FETÖ ile bağlantılı vakıf, dernek, okul, üniversite ve benzeri kurumlara tahsisi ve kiralanmasında önemli rol oynadıkları görülmekte. Bunun sonucunda farkında olunmadan kentsel kamusal mekânların önemli bir kısmının kaybedildiği de söylenebilir. Çünkü bu tahsis yapılan ya da kiralanan arazilerin bir kısmının kaynak yaratmak için FETÖ tarafından kullanıldığı iddialar arasında bulunuyor. Hatta devlet tarafından çeşitli kamu kurum ve kuruluşları için ülkenin dört bir yanında yapılan kiralama işlemlerinde de bu tahsis edilen araziler üzerinde yapılan yapıların kullanıldığı darbe girişimi sonrasında hükümet üyeleri tarafından da dile getirildi. Tabi, bu arazi tahsislerinin yanı sıra, yerel yönetimlerin temizlik ve güvenlik hizmetleri gibi konulardaki devasa ihaleleri yoluyla FETÖ’ye kaynak aktarılmasına aracı olup olmadığı konusu da önemli bir soru işareti oluşturuyor.

Ancak, dikkate alınması gereken diğer bir önemli nokta, FETÖ’nün oluşturduğu iktisadi yapılanmanın küçük ve orta büyüklükteki işletmeler, özellikle de inşaat sektörü firmaları ile ilişkisi üzerinden ortaya çıkmakta. Son on yılın kalkınma politikaları hükümet ile ilişkili özellikle bazı büyük inşaat gruplarının ortaya çıkmasını sağlarken orta ve küçük ölçekli inşaat firmalarının bocalamasına sebep oldu. İhtiyacın üzerinde yapı stoğu oluşturulması ve ihtiyaç fazlası stoğun önemli bir kısmının lüks konutlar tarafından oluşturulması, kırılgan sermaye yapısına sahip bu aktörleri yeni arayışlara yöneltti. Daha önce farklı sektörlerde örgütlenmiş olan FETÖ, inşaat sektörü içerisinde de bu küçük ve orta ölçekli aktörler üzerinden ciddi bir örgütlenme sağlama olanağına kavuştu. Yine bu firmaların yeni gelişmekte olan Anadolu kentlerinde imar rantları üzerinden ciddi birikimler yaptıkları görülmekte. Bu birikimlerin önemli bir kısmı, inşaat malzemesi üreten, satan ve müteahhit firmalar arasında FETÖ tarafından organize edilen önemli bir kollamacı ağ oluşmasına sebep oldu. Bu kollamacı ağın, yerel yönetimler aracılığıyla yapılan imar planı değişiklikleri yoluyla imar rantlarından ciddi oranda yararlandırıldıkları söylenebilir. Peki bu imar rantlarından elde edilen kaynaklar nerelerde kullanıldı?

Bu kaynakların öncelikle FETÖ’nün etki alanını genişletmek için kullanıldığı görülüyor. Oluşturulan kollamacı ve kayırmacı ağın piyasa aktörlerine sağladığı ayrıcalıkların farkına varan küçük sermayedarların önemlice bir kısmı bu ayrıcalıklara ortak olabilmek için ağa dahil oldular. Tabi bu süreçte devlet, yargı ve kamu kurumları içerisinde örgütlenen FETÖ’nün imar rantlarından yararlanmayı kolaylaştıracak düzenleyici güç kullanımını da sağladığı söylenebilir. Devlet içerisindeki yapılanmanın ve sermaye birikim sürecindeki aktörlerin bu anlamda iç içe geçen ilişkiler geliştirdiği görülüyor. Kurulan stk’ların etkinliklerinde ve kadrolarında bu ilişkilenme somut bir şekilde izlenebilmektedir. Önemli sorulardan birisi bu iç içe geçişin nasıl deşifre edileceğidir. Çünkü, kentlerin son yıllardaki gelişim sürecinde, alınan gelişim kararlarının çok önemli bir kısmının, farklı cemaatler için yapılan imar planı değişiklikleri ile örtüştüğü görülmektedir. Bu süreçte, farklı teknik meslek dallarına mensup mühendis, mimar, şehir plancılarının kurdukları serbest büroların birer paravan niteliği taşıyıp taşımadığının sorgulanması gerekmektedir. Özellikle son yıllarda büyükşehirlerde çok hızlı bir şekilde palazlanarak kentlerin girişlerindeki simgesel projeleri gerçekleştirecek düzeye gelen bu tür mühendislik bürolarının bu ayrıcalıkları nasıl elde ettikleri çok önemli bir sorudur. Burada en büyük tehdit, yerel yönetimlerin imar planı değişiklikleri ile getirdikleri yüksek yapı ve nüfus yoğunluklarının standart birer uygulama ve kazanılmış hak olarak sürdürülmesidir.

Şu an için darbe girişimini ordu, emniyet ve yargı içerisinde hangi odakların yaptığı, darbe girişimine hangi kamu görevlilerinin destek verdiği ve FETÖ üyesi oldukları yönünde bir süreç işlemektedir. Bu kapsamda OHAL ilan edilerek sürecin derinleştirildiği görülmektedir. Böylesi büyük bir olay sonrasında bu tür süreçlerin yaşanması kaçınılmazdır. Ancak, kamu yönetimindeki süreçlere odaklanılırken, özel sektörde FETÖ’nün kaynaklarının çok önemli bir kısmını oluşturan imar rantları unutulmamalıdır. Yakın zamanda Ankara’da “parsel parsel” konusunda tartışmalara konu edilen bu kaynağın toz duman arasında yangından mal kaçırır misali el değiştirmemesi için de gerekli önlemler alınmalı, gerekirse imar planı değişikliklerine sınırlandırma getirilmelidir. Zaten, çok büyük bir kısmı mahkemelere konu olan bu imar planı değişikliklerinin imar kanununa, şehircilik ilke ve esaslarına uygun olmadığı defalarca ortaya konmuştur.

Yakın tarihte sarsıcı ve dehşetengiz birçok olayı peş peşe yaşadık. Bu olayların önemli bir kısmı, yakın geçmişte ülkede yürütülen siyaset ve kamu politikalarının, devlet idaresinin yanlışlıklarını çok büyük bedeller ödeyerek öğrenmemize sebep oldu. Bu olayların en son halkasıdır darbe girişimi. Bu yazıyla imar rantıyla palazlanan tek yapının FETÖ olduğunu iddia etmek çabasında değilim. İşin doğrusu, çağdaş kentleşme ilkelerine uygun olmayan imar planı değişiklikleri yoluyla, imar ve inşaat rantı üzerinden belli kesimleri zenginleştirerek bir kalkınma süreci kurgulamanın bize ödeteceği bedellerin sadece bozulan şehir siluetleri, yetersiz kentsel altyapı ve sosyal kutuplaşma ile sonuçlanmayacağını görmek gerekli. İmar rantı ile palazlanan ve bunun getirdiği güce bağımlı hale gelmiş sermaye sahipleri ve güç odakları toplumdaki iktidar yapısını ve devlet düzenini sarsacak girişimlerde bulunabilir. Kerameti kendinden menkul, kayırmacı ve kollamacı ağların, denetim dışı ve kayıtsız sermaye birikim sürecinin serseri mayın etkisinin sadece kentleri ve ekonomiyi değil, günün birinde hepimizin yaşamını tehdit edebileceğini anlamalıyız…