Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

9 Nisan 2019 Salı

2019 YEREL SEÇİMLERİNİN EZBERLERİ VE GERÇEKLER


2019 Yerel seçimleri öncekilerden daha farklı bir seçim olarak algılandı ve değerlendirildi. Öncekilerin aksine, seçimlerin gerçekleşeceği siyasal ve sosyo-ekonomik koşullar ciddi bir belirsizlik içermekteydi. Bu belirsizlikler sadece yerel seçim için değil, bu koşulları meydana getiren unsurları da etkileyecek sonuçlar üretme potansiyeline sahip olduğundan dolayı, kamuoyu bu seçimlere ilişkin olarak yer yer abartılı yaklaşımlarla karşılaştı. Bu abartılı yaklaşımların bir kısmı da özellikle iktidarı oluşturan siyasi parti koalisyonunun “beka” söyleminden beslendiği için, bu yerel seçimi bir yerel seçimden daha farklı bir süreç olarak algılama eğilimi arttı.

Kuşkusuz, yerel seçimlerden çok kısa bir süre sonra gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonrasında yürürlüğe konan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bu durumun ortaya çıkmasında en önemli paya sahip olan değişkendir. Merkezi düzeyde kuvvetler arasındaki ayrımın yeniden biçimlenmesine sebep olan ve hala daha devam eden bu yapısal değişiklikler dizisi, devletin meşruiyeti ve siyasal alanın toplumdaki yansımaları açılarından önemli bazı kırılganlıklar yarattığından dolayı, yerel seçimlerin yeni sistemin bir nevi güvenoyu olarak algılanması ihtimali özellikle iktidar için önemli bir siyasal meydan okuma olarak görüldü. Bunun yanı sıra, ekonomik bunalım belirtilerinin toplumun her katmanının derinden hissedeceği sonuçlar ortaya çıkarması da bu meydan okumayı daha da zorlu hale getirdi.

Sonuçta yerel seçimlerin söylem altyapısını hazırlamakla mükellef siyasi çevreler, sivil toplum alanı, düşünce odakları ve kanaat önderleri, bu yerel seçimin önceki seçimlerden çok farklı oluğu savını yaygın bir şekilde paylaşmaya başladılar. İktidar partisi bu savı çok daha açıktan ve genel seçime benzer bir tutumla paylaşırken, ekonomik bunalımın etkilerini gören ancak, negatif propaganda yapma tuzağına düşmek istemeyen ve yerel siyasal alan üstünlüklerini kullanmak isteyen muhalefet ise daha dolaylı bir şekilde bu savı ima eden bir tavır benimsedi. Sonuçta, seçim öncesinde medyada, gazete köşe yazılarında, çeşitli STK raporlarında yerel seçimlerin özgünlüğünü ispatlamaya çalışan ifadeler yaygın olarak ortaya çıktı. Ancak, her seçimin tarihin belli bir özgün anının bileşenlerini yansıttığını unutmamakla birlikte, bu yerel seçimlerin de aslında diğerleriyle pek çok ortak yan barındırdığını ifade etmek gerekiyor.

Öncelikle Türkiye seçim tarihinin tümü incelendiğinde her seçimin "en kritik seçim" olarak adlandırıldığı görülmektedir. Çünkü Türk siyasetinin propaganda söylemi ahlaki ve politik tercihler değil, "ötekileştirme, kutuplaştırma, negatif atıflar ve kendini şampiyon ilan etme retoriği" üzerine inşa edilmektedir. Seçimler, demokratik olarak belli ahlaki tercihleri ve bunların yansıması olan eylemlilikleri yarıştırmak için değil, seçimin özgünlüğü bağlamında siyasi pozisyonları meşrulaştırmak için birer kaldıraç olarak görülmüştür. Hatta seçimlerin, “seçimlerin kendisinin propagandasının yapıldığı etkinlikler” olarak her siyasi görüşün kendi retoriği üzerinden anlamlandırılması üzerine kurulduğu söylenebilir. Seçimlerin demokrasinin işleyişi ve temsili kurgusu için önemi yadsınamaz. Ancak, her seçim sıradandır ve seçimler arası dönem daha önemlidir. Seçimlerin yarattığı hareketlenme, seçim sonrasına odaklanabildiği ölçüde siyasal alan seçim sonrası alanı şekillendirebilir. Seçimin sadece kendisinin muğlak bir söylemle kutsandığı bir süreçte ise seçim sonrası dönem, bürokratik aygıtla yüzleşmekle geçen, ve bir sonraki seçimin beklendiği bir geçiş olarak algılanır. Siyaset tarzı sebebiyle genel seçimler toplumun, yerel seçimler yerelin empati, karar verme ve tercih enerjisini sömürür tüketir. Seçim sonrası dönemde seçtiği adayların vaatlerini takip etmesi gereken vatandaş, tükenmişlik ve öğrenilmiş çaresizlik sendromlarına, kollamacı ilişkilerle tanıdık arama seanslarına geri döner.

Buna rağmen, yerel seçimler her ne yapılırsa yapılsın genel seçimlerden ayrışır. Çünkü ortada aday olan "kişilerin görünürlüğü" çok önemlidir. Ulus devletlerin ortaya çıkmasından sonra giderek yükselen merkezi düzey demokratik siyasal temsiliyetin karşısında doğrudan demokrasiye ilişkin tek fosil kalıntısı olarak yerel seçimler, seçmenin gündelik yaşamı ve anlık sorunları ile empati kurabileceği bir alan oluşturur. Bunun için de siyasi parti liderlerinden çok belediye başkan adayları ortadadır. Merkezi siyasi alanın aktörleri doğru bir denge tutturamazsa yerel siyasal alan buna tepki verebilir. Yine de, genel çerçeveyi çizen sistem tasarımı oy dağılımında eser düzeyde etki yapabilir. Nitekim, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin getirdiği belirsizlikler ve tedirginlikler, hem siyasi hem de bürokratik olarak seçimlerin tartışması içerisinde yer almıştır. Özellikle merkezi hükümetin yerel yönetimler üzerindeki denetim ve kontrol yetkisi anlamına gelen “idari vesayet” kavramı yeni anlamlara bürünerek seçim süreçlerine etki etmektedir. Bu sebeple seçimin bir diğer önemli farkı da zımnen ve arka planda da olsa yerel yönetim sisteminin tartışmaya açılmasıydı. İktidar "kaybedersek ne olur", muhalefet "kazanınca ne yaparız" hesaplarıyla kuliste farklı yerel yönetim modelleri üzerine çalışmaya başladı bile.

Öte yandan, yerel seçimlerde ortaya çıkan adayların da merkezi siyaset olmasa da başka türlü benzerleşme ve homojenleşme eğilimlerinin etkisi altında olduğu söylenebilir. Adayların birbirlerinden ayrılabilmesi için ortaya koydukları ilke, değer ve projelerin önemli olduğu sürekli vurgulansa da, çoğunlukla muğlak bir “proje” tanımı çerçevesinde adaylar kendilerini tanıtmaya çalışırlar. Adaylar projelerinin konuşulması gerektiğini söyler, ama başta projeler yeterince olgunlaşmamıştır, anlatılamayacak ve farkı ayırt edilemeyecek siyaseten doğruluklar içerir ve adayın kendisi de zaten bazılarını kendisi bile yeterince anlamamıştır. Ne adaylar ne de seçmen, aşırı düzeyde teknik ayrıntılar içeren, uygulama düzeyindeki yansımaları imkansız bu projeleri konuşmanın gereksizliğini görmekte zorlanırlar. Nihayetinde, proje kavramının baskın bir algı oluşturmak için ortaya atılmış reklam stratejisi unsurları olduğu görülür. Nitekim istisnasız tüm yerel yönetimlerde seçim sonrası dönem dörde ayrılır: ilk yıl kadrolaşma, ikinci ve üçüncü yıl projeleri olgunlaştırma, dördüncü yıl alelacele temel atma ve beşinci yıl tekrar seçilebilme telaşı. Bu arada verilen vaatler hayallere, vatandaş fondaki figüranlara dönüşür.

Bu genel eğilimler ortaya konduktan sonra 2019 yerel seçimlerinin farkları üzerinde durulabilir. Bu seçimlerin hiç mi farkı yoktu? Elbette vardı. Açık bir şekilde, siyasi partiler kentlerdeki kamusal alanlardaki görünürlüğü yavaş yavaş terk etmeye başladılar. Propaganda faaliyetlerinin sosyal medyadaki yansımaları, gerçek yaşamdaki seçim çalışmalarına baskın hale geldi. Hatta, kamusal alanlardaki durumlar ve olaylar, ancak sanal ortama taşınıp yaygınlaştığı oranda anlam kazandı. Burada, sosyal medyayı yönlendiren kullanıcı manipülasyonuna yönelik yeni nesil algoritmaların etkisi de inkar edilemez düzeydeydi. Youtube videolarının ve internet sayfalarının banner denilen reklam alanlarının paylaşımına yönelik yoğun bir rekabet gündeme geldi. Sanal ortamda kullanıcının dikkatinin hızla dağıldığı düşünülerek, seçim sloganları giderek çok kısa, çiklet manisi benzeri sözcük ikilemeleri ile ifade edilmeye başladı. Bunun yanı sıra, projeleri ete kemiğe büründürecek üç boyutlu canlandırmalar yaygın bir şekilde kullanıldı. Siyasi partiler genel bir çerçeve ortaya koymak için yine sanal dünyanın olanakları kullanılarak devşirilmiş siyaseten doğru kavramların, muğlak doğruların çeşitli şekillerde kurgulandığı manifestoları parti ayrımı olmaksızın yoğun bir şekilde kullandılar.

Tüm bunların yanı sıra seçim sonrası dönemde nelerin olacağı da farklı bir duruma işaret ediyor. Çoğunlukla genel seçimler ekonomik ve siyasal bunalımların sonuçlarıyla yüzleşecek süreçler olarak görülürken, bu yerel seçimler, çok uzun süren bir iktidarın ve ekonomik sorunların seçmen tarafından değerlendirileceği bir misyonu yüklendi. Ancak, yerelde kim kazanırsa kazansın, inkar edilemeyen bir darboğaz ile karşılaşacağı açıktır. Bu gerçekle birlikte kazanan başarıya ulaşmak için kılıf olarak kullanılan katılımcılık, yenilikçilik, şeffaflık, liyakat gibi kavramlara yönelmek zorundadır. Çünkü başarılı görünebilmek için neoliberal politikaların kaynak transferine dayalı mega kentsel yatırımlarına yer kalmamıştır. Kaynak dağılımının hakçalığının sağlanması adına yapılacak yerinde müdahaleler ve alternatifler gerçek anlamda kentlilerin gönlünü kazanabilir.

Siyaset sosyolojisi açısından herkes aynı kesimlere benzer şeyleri söylüyorsa, değişen sadece  fırtına geldiğinde, kaybedenleri sığınağın dışına “kimin” atacağı olabilir. Ekonomik bunalımda sermaye sınıfları lehine yerel yönetimler eliyle kitleler ezilecekse, kazanan baştan mağlup demektir. Bu mağlubiyet merkezi hükümetin yerel yönetimlerin kaynaklarını kısması, yerel yönetimlerin aynı sermaye sınıfları için kentsel hizmetlerin fiyatını arttırması ve imar rantı gibi yeniden dağıtım mekanizmalarının direksiyon yönünü değiştirmemesi şeklinde zuhur edebilir. Önemli olan bu aşamada  kentlere ilişkin sözü olan uzmanların, akademisyenlerin ve teknik birikim sahiplerinin tavrında belirginleşmektedir. "Seçim sonrasında tarafsızca, kim olduğuna bakmadan kentler ve planlama için doğruları söylemeye, kim olduğuna bakamadan birikimleri aktarmaya devam etmek” her zamankinden daha önemlidir. Başka türlüsü mümkün değil…


Hiç yorum yok: