2019 Yerel seçimleri öncekilerden daha farklı bir seçim
olarak algılandı ve değerlendirildi. Öncekilerin aksine, seçimlerin
gerçekleşeceği siyasal ve sosyo-ekonomik koşullar ciddi bir belirsizlik
içermekteydi. Bu belirsizlikler sadece yerel seçim için değil, bu koşulları meydana
getiren unsurları da etkileyecek sonuçlar üretme potansiyeline sahip olduğundan
dolayı, kamuoyu bu seçimlere ilişkin olarak yer yer abartılı yaklaşımlarla
karşılaştı. Bu abartılı yaklaşımların bir kısmı da özellikle iktidarı oluşturan
siyasi parti koalisyonunun “beka” söyleminden beslendiği için, bu yerel seçimi
bir yerel seçimden daha farklı bir süreç olarak algılama eğilimi arttı.
Kuşkusuz, yerel seçimlerden çok kısa bir süre sonra
gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonrasında yürürlüğe konan cumhurbaşkanlığı
hükümet sistemi bu durumun ortaya çıkmasında en önemli paya sahip olan
değişkendir. Merkezi düzeyde kuvvetler arasındaki ayrımın yeniden
biçimlenmesine sebep olan ve hala daha devam eden bu yapısal değişiklikler
dizisi, devletin meşruiyeti ve siyasal alanın toplumdaki yansımaları
açılarından önemli bazı kırılganlıklar yarattığından dolayı, yerel seçimlerin
yeni sistemin bir nevi güvenoyu olarak algılanması ihtimali özellikle iktidar
için önemli bir siyasal meydan okuma olarak görüldü. Bunun yanı sıra, ekonomik
bunalım belirtilerinin toplumun her katmanının derinden hissedeceği sonuçlar
ortaya çıkarması da bu meydan okumayı daha da zorlu hale getirdi.
Sonuçta yerel seçimlerin söylem altyapısını hazırlamakla
mükellef siyasi çevreler, sivil toplum alanı, düşünce odakları ve kanaat
önderleri, bu yerel seçimin önceki seçimlerden çok farklı oluğu savını yaygın
bir şekilde paylaşmaya başladılar. İktidar partisi bu savı çok daha açıktan ve
genel seçime benzer bir tutumla paylaşırken, ekonomik bunalımın etkilerini
gören ancak, negatif propaganda yapma tuzağına düşmek istemeyen ve yerel
siyasal alan üstünlüklerini kullanmak isteyen muhalefet ise daha dolaylı bir
şekilde bu savı ima eden bir tavır benimsedi. Sonuçta, seçim öncesinde medyada,
gazete köşe yazılarında, çeşitli STK raporlarında yerel seçimlerin özgünlüğünü
ispatlamaya çalışan ifadeler yaygın olarak ortaya çıktı. Ancak, her seçimin
tarihin belli bir özgün anının bileşenlerini yansıttığını unutmamakla birlikte,
bu yerel seçimlerin de aslında diğerleriyle pek çok ortak yan barındırdığını
ifade etmek gerekiyor.
Öncelikle Türkiye seçim tarihinin tümü incelendiğinde her
seçimin "en kritik seçim" olarak adlandırıldığı görülmektedir. Çünkü
Türk siyasetinin propaganda söylemi ahlaki ve politik tercihler değil,
"ötekileştirme, kutuplaştırma, negatif atıflar ve kendini şampiyon ilan
etme retoriği" üzerine inşa edilmektedir. Seçimler, demokratik olarak
belli ahlaki tercihleri ve bunların yansıması olan eylemlilikleri yarıştırmak
için değil, seçimin özgünlüğü bağlamında siyasi pozisyonları meşrulaştırmak
için birer kaldıraç olarak görülmüştür. Hatta seçimlerin, “seçimlerin
kendisinin propagandasının yapıldığı etkinlikler” olarak her siyasi görüşün
kendi retoriği üzerinden anlamlandırılması üzerine kurulduğu söylenebilir.
Seçimlerin demokrasinin işleyişi ve temsili kurgusu için önemi yadsınamaz. Ancak,
her seçim sıradandır ve seçimler arası dönem daha önemlidir. Seçimlerin
yarattığı hareketlenme, seçim sonrasına odaklanabildiği ölçüde siyasal alan
seçim sonrası alanı şekillendirebilir. Seçimin sadece kendisinin muğlak bir
söylemle kutsandığı bir süreçte ise seçim sonrası dönem, bürokratik aygıtla
yüzleşmekle geçen, ve bir sonraki seçimin beklendiği bir geçiş olarak
algılanır. Siyaset tarzı sebebiyle genel seçimler toplumun, yerel seçimler
yerelin empati, karar verme ve tercih enerjisini sömürür tüketir. Seçim sonrası
dönemde seçtiği adayların vaatlerini takip etmesi gereken vatandaş, tükenmişlik
ve öğrenilmiş çaresizlik sendromlarına, kollamacı ilişkilerle tanıdık arama
seanslarına geri döner.
Buna rağmen, yerel seçimler her ne yapılırsa yapılsın
genel seçimlerden ayrışır. Çünkü ortada aday olan "kişilerin
görünürlüğü" çok önemlidir. Ulus devletlerin ortaya çıkmasından sonra
giderek yükselen merkezi düzey demokratik siyasal temsiliyetin karşısında
doğrudan demokrasiye ilişkin tek fosil kalıntısı olarak yerel seçimler,
seçmenin gündelik yaşamı ve anlık sorunları ile empati kurabileceği bir alan
oluşturur. Bunun için de siyasi parti liderlerinden çok belediye başkan
adayları ortadadır. Merkezi siyasi alanın aktörleri doğru bir denge
tutturamazsa yerel siyasal alan buna tepki verebilir. Yine de, genel çerçeveyi
çizen sistem tasarımı oy dağılımında eser düzeyde etki yapabilir. Nitekim,
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin getirdiği belirsizlikler ve tedirginlikler,
hem siyasi hem de bürokratik olarak seçimlerin tartışması içerisinde yer
almıştır. Özellikle merkezi hükümetin yerel yönetimler üzerindeki denetim ve
kontrol yetkisi anlamına gelen “idari vesayet” kavramı yeni anlamlara bürünerek
seçim süreçlerine etki etmektedir. Bu sebeple seçimin bir diğer önemli farkı da
zımnen ve arka planda da olsa yerel yönetim sisteminin tartışmaya açılmasıydı.
İktidar "kaybedersek ne olur", muhalefet "kazanınca ne
yaparız" hesaplarıyla kuliste farklı yerel yönetim modelleri üzerine
çalışmaya başladı bile.
Öte yandan, yerel seçimlerde ortaya çıkan adayların da
merkezi siyaset olmasa da başka türlü benzerleşme ve homojenleşme eğilimlerinin
etkisi altında olduğu söylenebilir. Adayların birbirlerinden ayrılabilmesi için
ortaya koydukları ilke, değer ve projelerin önemli olduğu sürekli vurgulansa
da, çoğunlukla muğlak bir “proje” tanımı çerçevesinde adaylar kendilerini
tanıtmaya çalışırlar. Adaylar projelerinin konuşulması gerektiğini söyler, ama
başta projeler yeterince olgunlaşmamıştır, anlatılamayacak ve farkı ayırt
edilemeyecek siyaseten doğruluklar içerir ve adayın kendisi de zaten bazılarını
kendisi bile yeterince anlamamıştır. Ne adaylar ne de seçmen, aşırı düzeyde
teknik ayrıntılar içeren, uygulama düzeyindeki yansımaları imkansız bu
projeleri konuşmanın gereksizliğini görmekte zorlanırlar. Nihayetinde, proje
kavramının baskın bir algı oluşturmak için ortaya atılmış reklam stratejisi
unsurları olduğu görülür. Nitekim istisnasız tüm yerel yönetimlerde seçim
sonrası dönem dörde ayrılır: ilk yıl kadrolaşma, ikinci ve üçüncü yıl projeleri
olgunlaştırma, dördüncü yıl alelacele temel atma ve beşinci yıl tekrar
seçilebilme telaşı. Bu arada verilen vaatler hayallere, vatandaş fondaki figüranlara
dönüşür.
Bu genel eğilimler ortaya konduktan sonra 2019 yerel
seçimlerinin farkları üzerinde durulabilir. Bu seçimlerin hiç mi farkı yoktu?
Elbette vardı. Açık bir şekilde, siyasi partiler kentlerdeki kamusal
alanlardaki görünürlüğü yavaş yavaş terk etmeye başladılar. Propaganda
faaliyetlerinin sosyal medyadaki yansımaları, gerçek yaşamdaki seçim
çalışmalarına baskın hale geldi. Hatta, kamusal alanlardaki durumlar ve
olaylar, ancak sanal ortama taşınıp yaygınlaştığı oranda anlam kazandı. Burada,
sosyal medyayı yönlendiren kullanıcı manipülasyonuna yönelik yeni nesil
algoritmaların etkisi de inkar edilemez düzeydeydi. Youtube videolarının ve
internet sayfalarının banner denilen reklam alanlarının paylaşımına yönelik
yoğun bir rekabet gündeme geldi. Sanal ortamda kullanıcının dikkatinin hızla
dağıldığı düşünülerek, seçim sloganları giderek çok kısa, çiklet manisi benzeri
sözcük ikilemeleri ile ifade edilmeye başladı. Bunun yanı sıra, projeleri ete
kemiğe büründürecek üç boyutlu canlandırmalar yaygın bir şekilde kullanıldı.
Siyasi partiler genel bir çerçeve ortaya koymak için yine sanal dünyanın
olanakları kullanılarak devşirilmiş siyaseten doğru kavramların, muğlak
doğruların çeşitli şekillerde kurgulandığı manifestoları parti ayrımı
olmaksızın yoğun bir şekilde kullandılar.
Tüm bunların yanı sıra seçim sonrası dönemde nelerin
olacağı da farklı bir duruma işaret ediyor. Çoğunlukla genel seçimler ekonomik
ve siyasal bunalımların sonuçlarıyla yüzleşecek süreçler olarak görülürken, bu
yerel seçimler, çok uzun süren bir iktidarın ve ekonomik sorunların seçmen
tarafından değerlendirileceği bir misyonu yüklendi. Ancak, yerelde kim
kazanırsa kazansın, inkar edilemeyen bir darboğaz ile karşılaşacağı açıktır. Bu
gerçekle birlikte kazanan başarıya ulaşmak için kılıf olarak kullanılan
katılımcılık, yenilikçilik, şeffaflık, liyakat gibi kavramlara yönelmek
zorundadır. Çünkü başarılı görünebilmek için neoliberal politikaların kaynak
transferine dayalı mega kentsel yatırımlarına yer kalmamıştır. Kaynak
dağılımının hakçalığının sağlanması adına yapılacak yerinde müdahaleler ve
alternatifler gerçek anlamda kentlilerin gönlünü kazanabilir.
Siyaset sosyolojisi açısından herkes aynı kesimlere
benzer şeyleri söylüyorsa, değişen sadece fırtına geldiğinde, kaybedenleri sığınağın
dışına “kimin” atacağı olabilir. Ekonomik bunalımda sermaye sınıfları lehine
yerel yönetimler eliyle kitleler ezilecekse, kazanan baştan mağlup demektir. Bu
mağlubiyet merkezi hükümetin yerel yönetimlerin kaynaklarını kısması, yerel
yönetimlerin aynı sermaye sınıfları için kentsel hizmetlerin fiyatını
arttırması ve imar rantı gibi yeniden dağıtım mekanizmalarının direksiyon
yönünü değiştirmemesi şeklinde zuhur edebilir. Önemli olan bu aşamada kentlere ilişkin sözü olan uzmanların,
akademisyenlerin ve teknik birikim sahiplerinin tavrında belirginleşmektedir. "Seçim
sonrasında tarafsızca, kim olduğuna bakmadan kentler ve planlama için doğruları
söylemeye, kim olduğuna bakamadan birikimleri aktarmaya devam etmek” her
zamankinden daha önemlidir. Başka türlüsü mümkün değil…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder