Gönül nedir bilene
Gönül veresim gelir
Gönülden bilmeyene
hissiz diyesim gelir
Aşk nedir, sevda
nedir bunu bilmek gerekdir
Gönülden bilmeyene
hissiz diyesim gelir
Gönül
Hocam,
Bizden
ayrılışının üzerinden tek tek sayınca çok gelen, bir çırpıda geri dönüp bakınca
az görünen tam on yıl geçmiş. Dile kolay demeyeceğim, zihni zorlayan şeyler
gördük senden sonra. Senin zamanında hayal bile edilemeyecek durumlar şirazesiz
ellerde yakalara iliştirilen beylik rozetler haline geldi. Artık herkes
“korumacı”, hatta korumacı olmadığını söyleyenleri dövüyorlar. Korumanın
“daniskası”, “hastası” adamlarla, kadınlarla doldu ortalık. Ahali de memnun
görünüyor bu durumdan. Koruma denince Ramazan akşamları dekoru, osmanlı zamanından
kalma bir şekerleme ya da televizyon dizilerinin setlerinde ünlü delikanlı ya
da kızlarla göz göze gelebilme olanağı falan anlaşılıyor. İnanmazsın sadece
bizim ahali değil, Balkanlardakiler, Araplar hatta Kafkaslar sakinleri bile
kısmen bu durumda. “E ne güzel dediğini” duyar gibiyim. “Par ekselans” diye de
tamamlarsın. Ama Allahtan buraları görme şansın yok. Ya da en azından görsen de
bize kızdığını biz göremiyoruz.
Seninle
ilgili hafızamdaki son anlardan birisi, benim Kültür ve Turizm Bakanlığında memur
olarak çalıştığım günlere uzanıyor. Ankara Koruma Kurulu Müdürü – o da zamana
yenildi, rahmetli sıfatını takınanlar arasına katıldı – Ahmet Bal’ı ortalıkta
koşuştuturup “Gönül Hanımı alacak araç bulabildik mi” derken hatırlıyorum. Sen
o günlerde Ankara Koruma Kurulu Başkanlığını yapıyordun. Sonra eski model bir
resmi araç seni alıp gelirdi. Araçtan inip yürümekte zorlandığını,
ayaklarındaki tokyo terlikleri sürüyerek o zamanlar Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğünün Koruma Kurulu Toplantı Salonu olarak kullanılan
binasına doğru usul usul yürüdüğünü izliyorum. Bu halinle bile Koruma Kurulunun
son gerçek başkanı sıfatını hak eden kişi olduğunu bugünlerde üzülerek
izliyorum. Zihninden süzülen tarih ve kültürle nice belediye başkanını,
bürokratı hizaya getirmişliğin olduğunu ben değil o Kurul Salonunun duvarları
daha iyi hatırlıyor sanırım. Senden sonra Kurul denilen organın sonundaki “l”
harfi düşürüldü bir el tarafından. Kuru bir yapı, hık deyicinin hah deyicisi
olanların çoğunlukta olduğu yerler haline geldiler. İçlerinde bir şeylere
direnmeye çalışanlar da olmadı değil. Ama zamanla onları da ayıkladılar bir
güzel. Koruma kurulları artık kimsenin çekinmediği noterlik müesseseleri haline
getirildi. Korkacak bir şeyi kalmadı kimsenin şükür.
Belki
senin ismini bir yerlerde tutabilseydik şifa niyetine bu gidişi biraz olsun
yavaşlatabilirdik diye düşünmeden edemiyorum. Denedik de. Yıl 2006. Ben TMMOB
Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Başkanıyım. Sen aramızdan
ayrılalı sadece bir yıl olmuş. Aklımdan şu geçiyor. En azından senin yıllardır
kurul başkanlığı yaptığın küçük salona senin adın verilmeli. Bir zamanlar 2.
T.B.M.M. binası olan yapının ahırlarının olduğu rivayet edilen, sonrasında
yenilenerek Kültür Bakanlığına tahsis edilen yapıdaki bu küçük salon belki
koruma adına mütevazı bir çapa işlevi görebilir diye düşünüyorum, en azından
Ankara için. Önce tafsilatlı bir yazı yazıyor, binanın tasarrufunu elinde tutan
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne gönderiyoruz. “Bu salona Gönül
Tankut’un adı verilmeli” diyoruz özetle. Ama çeşitli kanallardan zorlamamıza
rağmen yanıt yok. Yaklaşık altı ay sonra bu kez ben zamanın genel müdüründen –
ki sonra başarıları sebebiyle vali yapıldı kendisi! - randevu alarak şahsen
yanına gidiyorum. Hoş, beşten, seni andıktan, senin yaptıklarından bahsettikten
sonra yazının akıbetini soruyorum. Önce kaçamak yanıtlarla geçiştirmeye
çalışıyor. Israr edince, “fazla kurcalamayın ama bu Gönül Hanım’ın adının bir
yere verilmesine Müsteşar pek sıcak bakmıyor” deyiveriyor. Müsteşar daha sonra
Abdullah Gül’ün Genel Sekreterliğini de yapan Mustafa İsen. O an anlayamamıştım
ama şimdilerde görüyorum ki, reddedilen aslında senin adın değildi, korumanın
kendisiydi. Aynı müsteşarın görevi sırasında “Sulukule Yasası” gibi birçok
koruma karşıtı yasal düzenleme yapıldı, değişen bir zihniyet dünyasıydı, bunun
izleri gözümüzün önünden geçiyordu.
Sonrasında
seni hastane odasında görüyorum. Raci Bademli Hoca ile yan yana odalarda
yatıyorsunuz. O çıkamıyor, sen biraz daha uzatmaları oynuyorsun. Onu ziyaret
ettikten sonra sana da uğruyoruz. Konuşurken laf dönüyor nasıl oluyor
bilmiyorum ikinci dönemini yaşayan Melih Gökçek’e geliyor. “Bu adamda garip bir
enerji var. Biz fazla alıştık herkesin bizi dinlemesine. Bu adam dinlemez. Ama
dinletmemiz lazım. Dinlemezse bu enerjisi Ankara için yıkıcı olur. Bu adamın
enerjisini nasıl yönlendiririz bunun üzerine düşünmemiz lazım” diyorsun.
Aslında siyasetçi ile entelektüel arasındaki o garip çelişkiyi özlü biçimde
anlatıyorsun. Gerçekten de senden sonra bu yıkıcı enerji Ankara’nın üzerinden
bir silindir gibi geçti. Çok mücadele etmeye çalıştık ama nafile. O enerji çığırından
çıktı. Nefsani bir iştahın en süfli haliyle kente saldırdı. En sonunda sıra Atatürk
Orman Çiftliğine, Hacı Bayrama, Ulusa, Kaleye de geldi. Hacı Bayramı şimdi
görsen tanımazsın. Yamaçlar boşaltılıp, betonla yeniden dikilen labirentimsi
yapılarla dolduruluyor. Geçen Hacı Bayrama gittik, girişini bulamadık. Hergelen
Meydanı artık yok, İller Bankası binası yıkımı bekliyor. Koruma eylemine konu
olabilecek tarihin sessiz tanıkları arsız ve pervasızca susturuluyorlar. Senin
olmadığın koruma kurullarında Gökçek tasallutu ile atanmış yamyassı üyeler de,
korumanın karşıtı ne varsa damaklarını bile kuşku ile ıslatmadan onaylıyorlar.
“Koruma
zor ve pahalı bir iştir” demiştin bir zamanlar. Artık ne zor ne pahalı.
Restoratörsüz, rölevesiz, restitüsyonsuz koruma yapmayı icat ettik, eh paramız
da var çok şükür, koruyup duruyoruz. İçi boşaltılmış ahşap kabukları betonla
sıvayıp davlumbaz gölgesine buluyor, içine de klasik bir iki mobilya atıp köşeye
bir gramafon kondurunca çocuk gibi şenleniyoruz. Ne güzel şu koruma diye
haykırasımız geliyor. Artık çeşit çeşit restoranımız, kafemiz var koruduğumuz
yerlerde, çorba da içiyoruz capuccino da. Arabamızı park edecek valelerimiz de
cabası. Zaten “otantik” mekanlarda, “atmosfer” harikaysa, twit atmak, facebooka
fotoğraf koymak hele hele çubukla özçekim yapmak da pek bir keyifli oluyor. Bu
son dediklerimi anlamayabilirsin çok takılma. Biz de pek anlamıyoruz. Ama
UNESCO’ya girelim, turistler akın akın gelsin, kentimiz uçsun kaçsın, kalkınma
trenini öküz gibi seyretmekle kalmayalım, birinci mevkide oturalım diye aklımız
çıkıyor. Koruma yerine kendimizi ve kentimizi kollama yollarında ilerleyelim
daha iyi diye düşünüyoruz. Zaten “koruma kullanma dengesi” diye dâhiyane veciz
ifadelerimiz de var şuraya buraya serpilmiş. Hem artık Türkiye’nin dört bir
yanında planlama bölümlerimiz var. Ha pek hocaları yok, hatta korumadan anlayan
hoca hak getire ama olsun koruma anlatmak için koruma bilmek de pek gerekmez
değil mi hocam?
Belki
sen gördün bu geleceğimiz yerleri, belki hissettin durmamız gereken yerleri.
Bilmiyorum. Artık pek çokuz ama yer ayaklarımızın altından pek bir kayıyor.
Hatta çoktandır muhafazakarız inanmazsın. Bir muhafaza ediyoruz ki sorma, aslını
kaybetmek için elimizden geleni yapıyoruz. Pencere ölçüsünü, sokağın sesini,
cumbadaki tozu, çatının aktarma sesinden kalanları görmüyor sadece özlüyoruz. Özlemekle
kalmıyor arıyoruz. Dekordan hallice mekanlarda, sıradan hallere bulanmak için
mi bu yolları yürüdük diyoruz. Ve sanırım seni de çok özlüyoruz….
1 yorum:
Sevgili Savaş Zafer Şahin,
Gönül hocamızı bu kadar güzel ve duygulu anlattığın için teşekkür ediyorum..Kalemine sağlık..Kendisi benim lisans eğitimimden itibaren yaklaşık 25 yılı aşkın bir süre "Koruma" konusunda bir çok Panel, Seminer, Kolokyum vb toplantılarda her zaman birlikte olduğum, kendi deyimiyle "Dostum", Ankara'daki Ulus, Kaleiçi yarışma ve projelerinde yanyana çalıştığım hocam, SBF'de neredeyse eş zamanlı Doktora arkadaşım, ailece görüştüğümüz büyüğümüzdü..
O'nun kaybının arkasından yazdığım birkaç yazıyı da seninle paylaşmak istedim..
http://ankaratarihi.blogspot.com.tr/2009/12/gonul-tankut-hocami-kaybettik.html
http://ankaratarihi.blogspot.com.tr/2009/12/anma.html
Kendisini saygı ve sevgi ile anıyorum..
Işıklar içinde yatsın..
Yorum Gönder