Ağabeyinin anlatımıyla; cılız
saçları suratının her iki yanına itinayla yapıştırılmış mısır püskülü saçlı
kız, karşısındaki perdeye yansıtılmış hışırtılı ve siyah beyaz dünyanın
ardındaki resmi arıyor. Belki de ta o zamandan biliyor ki, sinema da kent de
bir “kaçış”tır. Ankara o zaman insanlarının gözlerinde capcanlı bir gökkuşağı
gibi de olsa bizler için oldukça saydam ve kılcal çatlaklarla dolu. Refüjler
taşıt yollarından daha geniş, fidan irisi ağaçlar insanlardan daha kalabalık.
Küçük kız bu kaçışın hesaplı bir geri dönüş olması için geleceği adım adım
yürüyeceğinin pek de farkında değil. Ama yine de babasının Karpiç Restoranı adımlayan
günleri ona kentler, tarih ve kültürün üzerine kurulacağı bir zemini inşa etme imkânını
tanıyacak. Bundan onun henüz haberi yok.
Bazen, dönümlerce ay ışığına
doğru uzanan bir bahçeden usul usul böğürtlen toplamaya benzeyen bir eğitim
biçiminin ne işe yaradığını anlayan insan sayısının giderek azaldığı bir
dünyada, ilk gençlik yıllarını farklı diller ve kültürler eşliğinde mekânın
şiirini okumakla geçiren genç kızın, Ankara’nın geçirmekte olduğu evrimden tabi
ki haberi oldu. Bir elektrikli testere ile böbrek ameliyatı yapmaya benzeyen
operasyonlarla eski kentin bağrına “afili façalar” atılırken o mutlaka gördü
bunları. Eğreti bir mekânda her tedavinin hastayı iyileştirmesinin mümkün
olmadığını, belki kimi zaman çekilse de bir dişin, yerinin yıllarca sızladığını
fark etti. Toplumun, kültürün, mekânın ve tabiatın, üzerinde elleri yanaklarında
düşünen insanlarla anlam kazandığını, evren tarihinde pek bir anlamı olmasa da
bu düşünen insanların etkisiyle taşa düşülmüş titrek bir imzayı dahi gelecek
her insanoğlunun görmesi gerektiğini hissetti belki de. Sonuçta dünyayı
değiştiren fikirlerdi ama fikirleri şekillendiren birazcık da olsa mekândı.
Sarı ve gür saçlarıyla etkileyici
ve genç bir bilim insanıydı artık. Hem de öğrencilerin seyreltik yaşamlarının
kuytu köşelerine bir miktar aşk ile konuk ettikleri cinsten. Eserlerini puan, unvan,
kürsü ya da kendisinin bilmediği yerlerde ve hissedemediği vakitlerde adının
birilerince anılması için değil, şen bir kahkahanın fark edilemeyen rayihasının
ortaya salınması anında hissedilen belli belirsiz heyecan benzeri bir his
uğruna yarattı. Antik Yunan’ı Amerikan Rüyasına rahatlıkla bitiştirebilecek
kadar kuramsal, ama içinde yaşadığı evin nasıl restore edilebileceğinden
habersiz adamın “sit” kavramına yabancılığını kavrayabilecek kadar hayatın
içinden oldu. Bir olgunun gerçekliği ile o olguyu anlatmanın bir müddet sonra
birbirinden ayrılmaz olduğu çizgi üzerindeydi artık. Bir vakit sonra öyle bir
başlık attı ki eserlerinden birisine, Ankara’mı onu yazdı, o mu Ankara’yı yazdı
anlaşılmaz oldu.
Son sınıfta “kritik” vermeye
gelen yeşil kadife ceketli, mor pantolonlu, sarkan dudakların ve rimel tutmayan
göz kapaklarının inadına hep ama hep tam makyajlı yaşlı kadın bu yazıyı yazan
“o zamanların” delikanlısına hep “koca adam” dedi. Adlarını unutsa da yanından
hiç ayrılmayan öğrencilerinin yüzlerini ya da lakaplarını hiç unutmadı.
Gıyabında onu artık “Bir Başkentin İmarı” kitabının yazarı olarak tanıyorlardı.
Ama gariptir, o kitap olmasaydı belki Ankaralılar bile Ankara’nın Cumhuriyetin
ilanının hemen sonrasında nasıl yoktan var edildiğini, İstanbul artığı bürokrat
ve asker bir elit ile Ankara’nın yerlilerinin bu süreci nasıl sürükleyip
bugünlere getirdiklerini bilemeyeceklerdi. Ankara’nın idealleri ve hedefleriyle
yoğrulmuş bir zihnin, mekâna şekil vermesi için eğitilen bir mimarın, gün gelip
nasıl Ankara’yı insanların zihinlerinde de olsa yeniden kuracağını fark
etmeyeceklerdi.
“Erkekler hep kadınların onları
getirip bıraktığı yerden devam ederler hayata”. Pantolonlarıyla uyumlu çorap
giymeyi, klozetin kapağını açık unutmamayı, zeytin çekirdeklerini masada bırakmamayı,
çiçeklerin sadece birkaç günlüğüne de olsa birisinin masasındaki vazoda
yaşaması gerektiğini… Buruşuk ama bir zamanlar pahalı bir kumaştan dikildiği
ilk bakışta belli olan takım elbisesiyle başı önünde yere bakan bir memuru
andıran Ankara, hayatına Gönül TANKUT’un onu getirip bıraktığı yerden devam
edecek. Ben dâhil binlerce meslektaşım da…
5 yorum:
Sevgili Savaş Zafer Şahin, lisans dönemimden vefatına kadar yaklaşık 30 yıl çok yakın bir arada olduğum, sevgili Gönül Tankut hocamız için yazdıkların hakikaten çok duygulandırdı beni.. Ankara ve koruma konularında yanyana, yarışmalarda ve çeşitli projelrde omuz omuza çalıştık hocamla.. Son yıllarında kendisini terkedenlerden çok daha fazla yanında olmanın mutluluğunu yaşadım..Bir öğrencisi değil bir meslekdaşı, bir evladı gibi olduk çoğu zaman..Nur içinde yatsın..Tekrar teşekkürler hocam.. Prof. Dr. Mehmet Tunçer
Sevgili Savaş Zafer Şahin, lisans dönemimden vefatına kadar yaklaşık 30 yıl çok yakın bir arada olduğum, sevgili Gönül Tankut hocamız için yazdıkların hakikaten çok duygulandırdı beni.. Ankara ve koruma konularında yanyana, yarışmalarda ve çeşitli projelrde omuz omuza çalıştık hocamla.. Son yıllarında kendisini terkedenlerden çok daha fazla yanında olmanın mutluluğunu yaşadım..Bir öğrencisi değil bir meslekdaşı, bir evladı gibi olduk çoğu zaman..Nur içinde yatsın..Tekrar teşekkürler hocam.. Prof. Dr. Mehmet Tunçer
Sevgili Zafer,
Bu sayfadan Mehmet Hoca aracılığıyla haberdar oldum biraz önce.Sevgili hocam ve ikinci doktorasını yaparken sevgili sınıf arkadaşım olan Gönül Hoca için yazdıkların beniçok duygulandırdı. Çok sağol. Demek ki senin kuşağın bizden daha vefalı. Bu arada sayfan çok güzel,kutlarım.
Çok sevgiler.
Nesrin Algan
Çok değerli Nesrin Hocam, güzel sözlerini için çok teşekkür ederim. Biz sizin kadar yakın olamadık Gönül Hocayla. Ömrünün son demlerinde dersine giren şanslı insanlardanız. Araya bir kuşak girince Gönül Hoca gibi isimle efsaneleşiyor. Vefadan çok biz onları birer efsane gibi hatırlamayı yeğliyoruz galiba :) Selamlarımla Zafer
Sevgili Gönül Hocamı rahmetle anıyoruz. Diplomamı onun elinden almıştım GÖNLÜ öyle yüce bir hanımefendiydi.bizden büyükler ona Şehrin Çılgın Kızı' derdi.Herzaman o çok gençti sınırları yoktu.O yaşa geldiğimde bende onun gibi olabilsem...Zafercim sayfan çok güzel,üretken bir sayfa olmuş.
Yorum Gönder