Gençlik ateşi yaşlıların uyarılarını ve
efsaneleri yendi, sabaha karşı yola çıktı. Duvardaki bir gedikten Tanrılar
Şehrine girdi. İskeletlerin arasından geçerken ‘Tanrı Ares’in savaş alanında
olmalıyım’ diye düşündü. Kapkara, dümdüz yolları geçti, sayısız ışıltılı yapı
gördü. Renkli giysiler içinde Afrodit ve Apollon heykelleriyle dolu dev cam
binaları gezdi. Her yer babasından öğrendiği harflerle “satılık” yazan dev
levhalarla doluydu. Bu sözcüğü bilmiyordu. Akşama doğru güneşe kadar yükselen,
Zeus’un elmas tapınağını buldu. Tapınağın girişindeki sunağa yaklaştı. Birden
Afrodit garip kıyafetler içinde önünde belirdi. Korkup saklandı. Büyüydü bu. Afrodit
“Elmas kulelerine hoş geldiniz. Ofisiniz için tam otomatik akıllı bina
sistemleri. Sizi, sizden önce düşünürüz” dedi. Nereye gittiğini bilmeden koştu. Alçak
duvarlarla çevrili yüzlerce odadan geçti. Siyah bir camın önünden geçerken
Athena belirdi. Üzgündü. “Olimpos Şirketinin dünyanın tüm şehirlerinde
başlattığı tanrılar şehri projeleri için şehirlerin dışına taşınan milyonlarca
insan robot polislerle çarpışıyor. Robotlar gerekirse biyolojik silah kullanma
emri aldı. Emlak fiyatları dipte. İnsanlık tarihinin en büyük ekonomik krizi
ile karşı karşıyayız” dedi. Hiçbir şey anlamamıştı. Yaşlılar haklıydı. Tanrılar
onları terk etmişti. Karanlığa aldırmadan kaçtı, kabilesine döndü.
4 yorum:
Olağanüstü mitoloji güncellemesi, duygu ve düşünce bütünlüğü içinde kurgulanmış, çağrıştırdığı yapılı çevre hafızalardan silinmek üzere iken günümüz kentsel dönüşüm ile biçilen yapı bloklarının ne kadar ruhsuz olduğunu eleştiri/ yoruma gerek kalmadan işte kentsel dönüşüm gerçeği dedirtiyor,yüreğinize sağlık Savaş Zafer Şahin...
Diline, eline sağlık Sevgili Zafer. İki kere okudum, yine de tam anlayamadım. Ya Türkiye'den ya Türkçe'den çok uzak kaldım, ya mitolojim çok zayıf, ya olup bitenlerden pek haberim yok ya da hepsi birden. Neyse, damakta bıraktığı tat önemli olan aslında...
Diline, eline sağlık Sevgili Zafer. İki kere okudum, yine de tam anlayamadım. Ya Türkiye'den ya Türkçe'den çok uzak kaldım, ya mitolojim çok zayıf, ya olup bitenlerden pek haberim yok ya da hepsi birden. Neyse, damakta bıraktığı tat önemli olan aslında...
Okan Abi Merhaba,
Önce güzel sözlerin için çok çok teşekkür ederim. Kendine haksızlık etme
bu durum daha çok benim öyküyü yazış biçimimden kaynaklanıyor. Öykü toplam
10 tweet uzunluğunda olmak üzere yazıldı ve twetterdan paylaşıldı. Bu da
ister istemez sözcük kullanımını kısıtladı ve daha soyut ve çok katmanlı
hale getirdi.
Ama öyküyü yazarken temel kaygımın son zamanlarda insanların Türkiye'de ve
dünyada giderek kentleri dönüştürmekte içine girdikleri kısır döngü
olduğunu söylemeliyim. Batıda nüfus yaşlanıyor ve ekonomik darboğaz sanayi
üretiminin doğuya kayması ile sonuçlanıyor. Geride kalan işsizliği
halletmek için de kentsel dönüşüm projeleri uygulanıyor. Sanırım
İngilteredeki en güzel örneği Liverpool Limanı. BU projelerde de
genellikle orta ve üst gelir guruplarını hedef alan bir yaklaşımla
rezidanslar, alışveriş merkezleri ve belki müzeler açılıyor. Alanın eski
sahipleri başka yerlere öteleniyor. Ama yeni açılan yerde yaşamaya
başlayanların da pek mutlu olduğunu söyleyebilmek mümkün değil.
Türkiye'de dahil olmak üzere doğuda da gecekondu dahil kadim kent
sorunlarını çözmek için aynı yola başvuruluyor. Belki takip ediyorsundur.
İstanbul bu anlamda çok tuhaf bir durumda. Her biri birbirinden kopuk,
adalar şeklinde yeni lüks yaşam alanları inşa ediliyor ve bölge sakinleri
başka yerlere gönderiliyor. En çarpıcı örneği Sulukule vakası
http://www.guardian.co.uk/world/2008/jul/22/roma.turkey . Tabi batıda bu
işin teknik ve sosyal yanlarına ilişkin yoğun bir tartışma varken bizde bu
içi çok daha vahşice yapıyorlar. Video 2008 yılına ait. 2012 yılında
Romanlar gönderildi. Sulukuleye yapılan binalar 1 milyondan satılıyor. Her
gün envai türlü yolsuzluk iddiası basında. Romanlar da gönderildikleri
yerde barınamadılar Sulukulenin etrafındaki mahallelere geri dönüyorlar.
Bu süreçler benim canımı çok sıkıyor son zamanlarda. Yapılanlar bir de
muhafazakarlık adına yapılıyor. Sonuçlar ise vahim. Tarihi yarımadanın
siluetini bozuyoruz, kenti paramparça bir hale getiriyoruz, şeffaflık
hesap verebilirlik yok. Teknik açıdan eleştiriyoruz, hemen iş siyasete
çekiliyor, hamasetle susturuluyoruz.
Bu düşüncelerle yazdım öyküyü. Varsayalım bu sürecin dünyanın tüm
ülkelerinde tüm şehirlerinde küresel bir şirket aracılığıyla
gerçekleştirilmesi söz konusu olsa, insanlar şehrin dışına taşınsa ne olur
diye düşündüm. İnsanlar bu kadarına karşı çıkmak zorunda kalır tabi. Tabi
gelecekte robot polisler, biyolojik silahlar falan var :) Bir yandan da
yeni yapılan yerler çatışmalar sebebiyle satılamayınca çok büyük ekonomik
kriz ve boş şehirler. İşin sonunda kentlerin dışında kalan insanların daha
geri bir uygarlık kurması ve bu uygarlığın da kentleri dönüştüren şirketin
adını ve Yunan Tanrılarını kendilerine din olarak seçmeleri (öykü
Yunanistan'da geçiyor).
Bu günlerde eski TOKİ Başkanı yeni Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar yaptığı açıklamalarda Türkiye'de 5-6 milyon binanın yıkılacağını
ve yeniden yapılacağını söylüyor. 300-400 milyar dolardan bahsediyor. Ama
nasıl, hangi yöntemle? İnsanlara ne olacak? Şehirlerimize ne olacak ve
Türkiye'ye ne olacak? Bu süreçlerin Türkiye'de yaşayanlar ve dünyadakiler
açısından sonuçları ne olacak? Sorular sorular...
İşte bana öyküyü yazdıran bu düşüncelerdi. Umarım biraz daha açabilmişimdir.
Herkese çok selam
Zafer
Yorum Gönder