Kentlerimizdeki
bazı önemli hafıza mekânlarının teknik bilgi, yasal dayanak ve hukuki meşruiyet
gözetilmeksizin ağır müdahalelere uğradığı günler yaşıyoruz. Kentsel hafıza mekânlarına
yapılan bu müdahalelerin bazı ortak özellikleri var. Öncelikle müdahalenin en
pragmatik ve akut halinin gerçekleştiği anda kamuoyunun dikkatine sunuluyorlar.
Bu sunum çoğu zaman müdahaleyi içinde bulunduğu bağlamdan ve ilişkiler ağından
kopararak ortaya koyma şeklinde gerçekleşiyor. Müdahaleyi yapanlar da,
müdahalelere karşı mücadelede bulunanlar da bu noktasal gündem yaratma
eyleminin bir parçası haline geliyorlar. Bu durum bir başka müdahaleye ilişkin
gündemin bir önceki müdahaleyi tartışma dışına itmesine kadar devam ediyor. Tartışma
dışına itilen müdahale bir daha gündeme taşınana kadar geçen zamanda ise daha
farklı siyasal ve bürokratik süreçler, müdahalenin rotasını çoktan bir önceki
tartışmanın ötesine taşımış oluyor. Sonuçta, kentsel mekâna yapılan müdahalelere
ilişkin tartışmalar parçalı, kesikli ve kopukluklar içeren bir nitelik
kazanıyor.
Toplumsal
alanda kentsel mekâna yapılan müdahalelere ilişkin tartışmanın bu parçalı ve
kopukluklar içeren doğasının ta kendisinin, müdahalenin ilerlemesindeki
aşamalardan birisi olup olmadığını kendimize sormamız gerekir diye düşünüyorum.
Bir anda alevlenen, tarafların eylemlilikleriyle hararet kazanan ama sonrasında
uzunca bir süre dolaylı olarak ve çoğunlukla da yüzeyselleştirilmiş
kavrayışlarla ele alınan kentsel tartışmaların konusu olan alanlar, bu
tartışmaların unutturdukları ile değişmeye ve değiştirilmeye devam ediyor. Bu
anlamda yapılan müdahalelerden çok, bu müdahalelere ilişkin tartışma
süreçlerinin bir nevi müdahale edilecek alanın surlarındaki gedikleri oluşturduklarını
söyleyebiliriz. Tartışma her alevlendiğinde surda yeni gedikler açılmaktadır.
Hafıza mekânının toplumun genelinin algısında nasıl şekillendiği de bu
gediklerle birlikte yeniden tanımlanmaktadır. Bu sebeple, kentsel alana yapılan
müdahalelerin doğru anlaşılmasında ve tutarlı mücadele stratejilerinin
geliştirilmesinde, geçmişteki tartışmaların belli bir tarihsel derinlikle ele
alınması, bu ele alışta farklı boyutlardaki değerlendirmelerin yapılması önem
taşıyor.
Bu
anlamda, kişisel hafızamda çok canlı bir örneği paylaşmanın sorumluluğunu
hissettiğimden dolayı bu yazıda Atatürk Orman Çiftliğine ilişkin 2006 yılında
yaşanan bir dizi olayı tarihe not bırakmak adına kaleme almaya çalışacağım. Ancak
bu işe girişmeden önce şimdiden Atatürk Orman Çiftliği yağmasının 1940’lardan
itibaren başladığını, Çiftlik arazisinin üçte birlik kısmının 2000’li yıllardan
daha önce tahsis, satış, kira ve irtifak hakkı tesisi ile elden gittiği
eleştirilerine karşı neyi kastettiğimi açıklığa kavuşturayım. 2006 yılına kadar
Atatürk Orman Çiftliği ile ilgili tüm tasarruflar için Türkiye Büyük Millet
Meclisinde kanun çıkarılması gerekiyordu. Yani, ulus-devletin simgelerinden
birisi olan Çiftliğe ilişkin tartışmaların merkezi siyasal alanın bir parçası
olduğu kabul ediliyordu. Ancak, 2006’da çıkarılan ve bugünlerde Atatürk Orman
Çiftliği yağmasının önünü tam olarak açan yasa ile Çiftliğe ilişkin tasarruf
tamamen Ankara Büyükşehir Belediyesine yani yerel yönetimlere bırakılmış oldu.
2006 yılı sonrasında Çiftlikteki teknik altyapı ve ulaşımla ilgili hoyrat
müdahalelerin, yeni başbakanlık binasının, Ankara Park’ın ve diğer
müdahalelerin bu kırılmayla ilişkili olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Bir başka deyişle, 2006’ya kadar kıyısından köşesinden merkezi hükümet eliyle
tırtıklanarak küçültülen Çiftlik, 2006 sonrasında yerel yönetim eliyle
bütünüyle parçalanmaya ve dilimlenmeye başladı. İşte bu parçalanma sürecinin
önünü açan yasal düzenleme ve ilişkili siyasal süreçlerin gözden
geçirilmesinin, Çiftlik sürecini anlamak için önemli olduğunu düşünüyorum.
Böylesi
bir yasal düzenlemenin nasıl gündeme getirildiğini ele almadan öncelikle
dönemin siyasi atmosferini hatırlatmakta yarar var. Adalet ve Kalkınma
Partisinin 2002 yılında iktidara gelmesinden sonra göreli olarak temkinli adımlar
attığı bir dönem yaşanmaktaydı. Devletin yapısal olarak neo-liberal dönüşümünü
hedefleyen “Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı” gibi çabalar dönemin
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edilirken, yerel yönetimler ve
kamu yönetimine ilişkin birçok kanun parça parça Türkiye Büyük Millet Meclisi
çatısı altında çok büyük tartışmalar eşliğinde ele alınmaya çalışılıyordu. Bu
tartışmaların en ciddi yansımaları bütçe görüşmeleri öncesinde görülmekteydi. 2006
yılının başlarında dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın sit alanında yer
alan kaçak villalarının yasallaştırılmasına ilişkin çaba içerisine girdiği
şeklinde iddialar basına yansımıştı. Bu iddialar ve daha birçok yolsuzluk
iddiası yine dönemin Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal
tarafından Meclis kürsüsünden çok sert bir şekilde dile getirildi ve Bakan
Unakıtan hakkında Meclise gensoru verildi. Gensoru tartışmaları tüm hararetiyle
devam ederken, Kemal Unakıtan’ın kürsüden yaptığı savunmasında ilginç bir
ayrıntı yer almaktaydı. Unakıtan, Deniz Baykal’ı da Angora Evlerinde ikamet
ettiği villasının kaçak olduğu iddiası ile suçlamaktaydı. Yolsuzluk
iddialarının havada uçuştuğu bu tartışmaların Atatürk Orman Çiftliği ile nasıl
bir ilişkisi olduğunu ise daha ilerde sorgulayacağız.
Bu
tartışmaların sürdüğü dönemde TMMOB Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi
seçimleri yapıldı ve ben de Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı görevine
başladım. Göreve başladığımdan çok kısa bir süre sonra da burada yazdığım
satırlara kaynaklık eden bir dizi olaya tanık oldum. 2006 yılının Nisan ayı
içerisinde basına Atatürk Orman Çiftliği ile ilgili bir yasanın Türkiye Büyük
Millet Meclisine getirileceğine ilişkin bilgiler yansımaya başladı. Çok
geçmeden de Mayıs ayı başlarında Adalet ve Kalkınma Partisi Milletvekili Salih
Kapusuz tarafından verilen 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş
Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, 2/773 sıra no ile TBMM
Plan Bütçe Komisyonu'na verildi. Teklifin daha önce Melih Gökçek’in 2003
yılında Kızılay Kent Merkezinin yayalara kapatılması kararını kamuoyu önünde
eleştiren Kapusuz tarafından verilmesi, siyasi olarak 2004 yerel seçimlerinden
hemen önce Adalet ve Kalkınma Partisine kabul edilen Gökçek’le Adalet ve
Kalkınma Partisi arasındaki kaynaşmanın da bir göstergesi olma niteliğini
taşımaktaydı. Yasa teklifi “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” tarzı bir
şekilde kaleme alınmıştı. Teklifin ilk metninde “çiftlik arazisinin 10
yıllığına Ankara Büyükşehir Belediyesine devri, arazinin %5’i kadar kapalı
tesis yapımına izin verilmesi, Çiftlik arazisinde ulaşım ve kentsel altyapı
yatırımlarına izin verilmesi” gibi ağır hükümler bulunmaktaydı. Aslında aradan
geçen sekiz yılda, yasa metni birazdan anlatacağım üzere bu hükümlere doğrudan
yer verilmeyecek hale getirilmiş olsa da yapılan uygulamaların tam da bu
metindekilere uygun olması da üzerinde düşünülmesi gereken hususlar arasında.
Böyle
bir yasa teklifinin Meclise verildiği haberini alır almaz o dönem çok aktif
olan ve temelleri yine Kızılay’ın yayalara kapatılması sürecine karşı yürütülen
mücadelede güç birliği oluşturmak adına dönemin TMMOB Şehir Plancıları Odası
Ankara Şubesi tarafından atılan “Ankaram Platformu” nezdinde girişimlerde
bulunmaya başladık. Hızla bir değerlendirme yapıldı ve 12 Mayıs 2006 tarihinde
Atatürk Orman Çiftliğine ilişkin bu yasa teklifinin yaratacağı sorunları ifade
etmek üzere bir basın toplantısı düzenledik. “Sahipsiz AOÇ’nin Talanında Son
Hamle: Kırparak Değil Devrederek Yağma” başlıklı basın metnini basın mensuplarının
dikkatine sunarak, yasa teklifinin aslında Atatürk Orman Çiftliğinin idam
fermanı olduğunu ifade ettik. Özellikle de AOÇ’nin sit alanı olduğunun ve
Ankara Kentinin üst ölçekli planının yapılarak bu üst ölçek plan kararlarıyla
uyumlu bir koruma amaçlı imar planı yapılması gerekliliğini bir çözüm önerisi
olarak ortaya koyduk. Bu planların yapımı için de Belediyenin mevcut kanunlara
göre gerekli yetkilerinin bulunduğunu, bu tür işlemler için yasa teklifine yer
bulunmadığını, yasa teklifinin bir Truva atı niteliği taşıdığını vurgulamaya
çalıştık. Bu çabalarımız devam ederken aynı tarihte bir başka ilginç gelişme
olmaktaydı. Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek basına bir
açıklama yaparak Atatürk Orman Çiftliğine ilişkin yasa teklifi konusunu
anlatmak ve destek almak üzere Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz
Baykal’dan randevu talebinde bulunacağını ifade etmekteydi. Daha önce Ankara
ile ilgili önemli ve neredeyse birçoğu yargı kararlarına konu olmuş neredeyse hiçbir
konuda böyle bir girişimde bulunmamış olan Belediye Başkanının bu girişimi bizi
şaşırtmıştı. Öte yandan Atatürk Orman Çiftliği Hayvanat Bahçesindeki bir piton
yılanının kaybolmasının da aynı zaman denk gelmesi ve özellikle gazetelerin
Ankara eklerinde konunun çok geniş şekilde ele alınması da aynı dönemin ilginç
ayrıntıları arasında yer almaktaydı. İlginç bir ayrıntı da o dönemde bu randevu
talebinin hemen ardından Ankaram Platformu ve Şehir Plancıları Odası olarak
bizim de Deniz Baykal’dan istediğimiz randevulara yanıt alamamamızdı.
Devam
eden süreçte 3 Haziranda AOÇ’deki Atatürk Evi önünde Ankaram Platformu olarak
yasa teklifine ilişkin sakıncaların dile getirildiği bir basın açıklaması daha
yapıldı. Ankaram Platformunun çok yoğun olarak çalıştığı bugünlerde ayrıca bir
AOÇ Mitingi ve yürüyüşü de düzenlendi. 6 Haziran 2006 tarihinde Ankaram
Platformu bileşenlerinin siyasi parti teşkilatlarının ve halkın katılımıyla
yaklaşık 1000 kişi Yüksel Caddesi önünde toplanarak Meclise yürüdü. Türkiye
Büyük Millet Meclisi Dikmen kapısı önünde bir basın açıklaması yapıldı. Oldukça
gergin geçen açıklama sonrasında Meclise girerek milletvekilleri ile görüşme
talebinde bulunduk. Ancak, talebimiz geri çevrildi. Dönemin CHP Milletvekili
Yakup Kepenek’in araya girmesi ile birlikte Ankaram Platformunu temsilen ben,
Peyzaj Mimarları Odasını temsilen Redife Kolçak ve o dönem Ziraat Mühendisleri
Odası Başkanı olan Gökhan Günaydın, Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Nimet
Özgönül ve diğer arkadaşla birlikte Meclise alındık. CHP Milletvekili Ali Topuz
ile görüşerek, yasa teklifinin bir Truva atı niteliği taşıdığını ve mutlak
surette geri çekilmesi gerektiğini tekrar ifade ettik. Hem yoğun katılımlı
yürüyüş ve miting, hem muhalefet partisinin tavrı hem da kamuoyunda yasa
teklifine karşı büyüyen tepki umutlarımızı yeşertmeye başlamıştı. Bu süreçte
Şubemizin hazırladığı teknik raporun da ciddi bir etkisi olduğunu düşünüyorum.
Miting
ve yürüyüşten 3 gün sonra Melih Gökçekle o dönem yeni taşınılmış olan
Söğütözündeki CHP genel merkezinde görüşen Deniz Baykal’ın tavrı da
umutlarımızı besler nitelikteydi. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla Deniz Baykal
yasa teklifinin geri çekilmesi gerektiğini, AOÇ’nin imara açılmasının mümkün
olamayacağını, diğer acil sorunlar için CHP milletvekilleri ile ortak bir
çalışma yapılması gerektiğini Melih Gökçek’e iletmişti. Bu gelişmeler
sonrasında yasa teklifinin askıya alınması beklenirken, teklif ilgili Meclis
Komisyonunda görüşülmeye başlandı. Bu şaşırtıcı durum karşısında meclis
komisyonlarını takip etmeye başladık. Hazırladığımız teknik değerlendirmeleri
iktidar ve muhalefet partisi milletvekillerine ilettik. Dönemin bazı iktidar
milletvekillerinden de destek gördük. Ancak, komisyon toplantıları tam bir
ajitasyon manzarası içerisinde geçiyordu. Özellikle Melih Gökçek’in yasanın
gerekçeleri arasında gösterdiği “Etimesgut zırhlı birlikler yolu üzerindeki
trafik kazaları”nın mağdurlarını konuşturmak üzere Komisyona getirmesi
tansiyonları yükseltmekteydi.
Haziran
ayı sonlarına doğru, kamuoyunda AOÇ tartışmaları hafiflemeye başlamışken ilginç
bir rota değişikliği olmaya başladı. Yasa teklifinin tamamen geri çekilmesini
talep eden CHP gurubu uzlaşma gereğinden bahsetmeye, AOÇ’de ulaşım ve teknik
altyapı düzenlemeleri ile planlama yetkilerinin ve hayvanat bahçesinin işletilmesi
yetkilerinin Ankara Büyükşehir Belediyesine verilmesinin yanlış olmayacağını
söylemeye başladılar. Bu görüşler doğrultuda yeniden düzenlenmiş bir taslak
metin ortaya çıktı. Ankaram Platformu ve Şehir Plancıları olarak bu
değerlendirmenin Truva atını kabullenmek ve içeri almak olacağı yönündeki
uyarılarımız etkisiz kaldı. Tüm çabalarımıza rağmen teklif değiştirildiği
haliyle 21 Haziran 2006 tarihinde T.B.M.M. Genel Kurulunda kabul edildi. 8
Hazirandan 21 Hazirana kadar geçen yaklaşık 2 haftalık sürede muhalefetin
tavrının nasıl ve neden değiştiği, cumhuriyeti kuran bir partinin bir
cumhuriyet mirasına karşı duruşunun dönüşümü bir muamma olarak kaldı.
Teklifin
Genel Kurulda kabulünün ardından bu kez cumhurbaşkanı tarafından veto
edilmesine yönelik çabalarımız başladı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den
randevu talebinde bulunuldu. Ankaram Platformu bileşenleri ile birlikte
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Nehrozoğlu ile görüşüldü ve yasanın
sakıncaları iletildi. Ancak, Nehrozoğlu, yasanın çok açıkça bir anayasal
sakınca taşıması durumunda bir vetonun gündeme gelebileceğini, böylesi bir
değerlendirme yapılacağını ifade etti. Aynı dönemde cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
Sezer’e, Kamu Yönetimi Temel Kanunu ve diğer bazı düzenlemeler konusundaki
vetoları sebebiyle yöneltilen ağır eleştirilerin etkisi oldu mu bilmem ama AOÇ
Yasası, cumhurbaşkanı tarafından da onaylandı, 8 Temmuz 2006 tarihinde
onaylanarak yürürlüğe girdi. Yürürlüğe giren yasa ile esas olarak Ankara
Büyükşehir Belediyesine alana ilişkin koruma amaçlı imar planı yapma ve
hayvanat bahçesini işletme yetkisi verilmekteyken, yasanın yürürlüğe girmesinin
hemen ardından Ankara Büyükşehir Belediyesi kamuoyuna Çiftlik arazisinin tüm
tasarrufunun kendisine geçtiği şeklinde propaganda yapmaya başladı. Bu
propaganda o dönemde hazırlanan ilk koruma amaçlı imar planının içeriğinde de
görülmekteydi. Nitekim o dönem geçerli olan koruma mevzuatı gereğince yapılması
gerekli katılım toplantılarında da hem yapılan koruma planındaki eksiklikler
hem de yasayla ilgili yanlış değerlendirmeler iletildi. O günden sonra da TMMOB’a
bağlı özellikle Şehir Plancıları, Mimarlar, Peyzaj Mimarları ve Ziraat
Mühendisleri Odaları ve Ankara İl Koordinasyon Kurulu planlama sürecini dayanışma
içerisinde dikkatle izlediler, yargıya taşıdılar. Bugün her ne kadar iktidar
tarafından dikkate alınmasa da yargıda elde edilen birçok kazanım bu sürecin
bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Ancak,
her ne olursa olsun AOÇ surlarında açılan ilk gediğin etkileri büyük oldu.
Yasayla AOÇ alanındaki belli yetkilerin Ankara Büyükşehir Belediyesine
devredilmesi ile birlikte aslında bir psikolojik sınır yıkılmıştı. Yıkılan bu
psikolojik sınırla birlikte, Atatürk Orman Çiftliğindeki topyekûn bir bölme ve
parçalama sürecinin de önü açılmış oldu. Bu arada 8 ve 21 Haziran arasındaki 2
haftalık muamma ile ilgili olarak ilginç bir ayrıntının da Ankara Büyükşehir
Belediyesi Başkanı Melih Gökçek’in 2006 yılının sonbaharında Cumhuriyet Halk
Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Angora Evlerindeki villasının aslında
kaçak olmadığı ile ilgili kamuoyuna bir dizi açıklama yapmış olduğunu ifade
etmekle yetinelim. Bu ve bunun gibi tüm ayrıntılara hala dönemin gazetelerinden
tek tek erişmek mümkün.
Kentsel
alanda mücadele süreçlerinin kesikli doğasının mücadelenin bütünselliğine zarar
verdiği açık. Bunun önüne geçmek için de mücadelede şu ya da bu şekilde yer
alanların mücadelenin her anını kayda geçirmek ve tarihe not düşmek için çaba
harcaması önem taşıyor. Bu en az mekâna ilişkin verilerin, görsellerin ve
teknik bilginin gelecek kuşaklara aktarılması kadar önemli bir husus. Ancak bu
şekilde hafıza mekânlarına ilişkin olarak halkın bu mekânları hafızasına
yerleştirmesini sağlayacak öyküler inşa etmek mümkün olacak. Aksi takdirde
Türkiye kendi deyimiyle “yenilgi yenilgi yürüyen zaferlerle” ilerleyen bir
hareketin elinde tüm hecelerini, sözlerini ve mekânlarını yitirecek.