Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

6 Kasım 2015 Cuma

KABLOLARA SABOTAJ VE DÜNYA ŞEHİRCİLİK GÜNÜ


Bir şehir plancısı olarak en sık karşılaştığım sorulardan birisi “hocam bizim şehirlerimiz neden böyle” şeklinde. Hemen arkasından da o ikinci yakıcı soru gelir: “sizi dinlemiyorlar değil mi”? Sokaktaki insanın irfanı karşısında hissettiğim şaşkınlık bir yana aynı insanların içinde yaşadıkları, oluşumuna katkıda bulundukları, şuradan bir arsa, buradan bir kupon daire kapatarak şekillendirdikleri kenti sanki kendi dışlarında, uzaktan gördükleri bir sur duvarı gibi algılamalarını da bir o kadar ironik bulurum. Öyle ya, yapılar, kentler, yerleşmeler kendilerini öperek düzeltmesi için kahraman birer meslek grubunu bekleyen, beton cam ve çelik tabutunun içinde yatan yaşlı bir pamuk prenses gibidir…

Bu gibi soruların gündeme getirildiği -  ya da en azından getirilmesini temenni ettiğimiz – günlerin başında bizim için “Dünya Şehircilik Günü” geliyor. Her yıl Kasım ayının başlarında, kutlama demeyelim ama – çünkü şehircilik dendiğinde kutlanacak şey bulmak pe zor olabilir memlekette – olanı biteni hep birlikte anlama ve tartışma çabası içine giriyoruz plancılar olarak. Bu çaba her yıl düzenlenen bir etkinlikle de odaklanıyor. Bu yıl 39.su düzenlenmekte olan bu etkinliğe biz “Dünya Şehircilik Günü Kolokyumu” adını veriyoruz. Bu yıl, biraz geç de olsa son gününe yetişebileceğim Kolokyum ve Dünya Şehircilik Günün anlamını, memlekette olanı biteni düşünürken aklıma gelen bazı ilginç çağrışımları kaleme almak istedim.

Öncelikle şu “önemli gün ve haftalar” konusuna bir bakalım. Eskiden evlerin vazgeçilmezi olan saatli maarif takvimlerinde ve öğretmenlerin yıllık eğitim planlarında mutlaka sıralanan ve belli olaylara atfedilen günler ve haftalar olurdu. Kızılay haftası, Çanakkale Şehitlerini Anma Günü, Yerli Malı Haftası bunlardan bazıları. Yılın her gününün ve her haftasının önemli olarak kutsandığı bir durumda eğer hepsi önemliyse, hangisi diğerinden daha önemli ya da hepsi önemliyse aynı zamanda hiçbiri önemli değil mi diye sormadan alamazdım kendimi. Bir de bir konuyu “sadece bir gün değil her gün” hatırlamanın önemini hatırlatan beylik sözlerle “kapitalizmin oyunu bunlar bak anneler dediler stokları erittiler” serzenişleri var. Öte yandan bunların bazılarını biz, bazılarını başkaları belirlemiş, bazıları kutsal, bazıları resmi, bazıları ise ihtiyari. Önemli gün ve haftalar arasında sayılmayan ama halkın ve bazı toplumsal kesimlerin önemli saydıkları zaman dilimleri de bulunuyor. Bir zamanlar dedesine İslam’daki dini bayramların neden her yıl farklı zamanlarda olduğunu soran bir çocukla ilgili bir öykü okuduğumu hatırlıyorum. Dedesi “nerede olduğu aranan kolay kolay unutulmaz” yanıtını vermiş.

Peki, biz ne arıyoruz bu önemli gün ve haftalarda? Ya da bir şeyler aradıklarımız var mı? Aramadığımızda ne olur? Sanırım bir şeylerin aranmadığı zaman ne olduğuna baksak belki de daha iyi olur. Bu noktada aklıma gelen en talihsiz önemli gün “Kabotaj Bayramı”. Okulun ikinci döneminin sonlarına gelmişsiniz, yaz tatili hülyaları almış başınızı götürmüş başka yerlere, temmuz ayının ilk günü için bir bayramımız olduğunu anlatıyor öğretmen. İlginç de bir ismi var: kabotaj. Denizleri kullanma konusunda bir devletin yurttaşlarına verdiği imtiyazları ifade eden kabotaj Cumhuriyetle elde ettiğimiz kazanımlardan birisiydi. Ancak, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede bizler kabotajın anlamını hiçbir zaman tam olarak anlayamadık. Kabotaj, aklımızda sanki egzotik dillerden gelen bir ada ya da çiçek ismi gibi yapıştı kaldı. Hatta ilkokuldayken kulağıma “kablolara yapılan sabotaj” gibi geldiğini de itiraf etmem gerekli.

Dünya Şehircilik Günü de ne yazık ki birçok diğer arkadaşı gibi kabotaj bayramının akıbetini yaşıyor sanki. Ülkenin üç tarafını kaplayan denizlerin talihsizliğini memleket nüfusunun yüzde sekseninin yaşadığı şehirlerle ilgili faaliyetlerimiz de yaşıyor. Şehircilik dendiğinde çoğunluk bilinçaltında “-cilik” ekini daha çok ticari faaliyetlere bakan tarafından aldı, şehirci, şehir plancısı biraz daha yersiz yurtsuz ve de sahipsiz kaldı. Sıradan insanın yaşam ideallerinin dünyayı gezmekle, Oskar/Nobel almakla ya da aya gitmekle değil, hep bir kupon araziyle, imarla ilgili tüyolarla bitiştiği bir dünyada ne yazık ki şehircilik de çerçeveletip duvara asılası bir uzak ülke posteri kadar anlam taşıyor. Bunu ülkelerin gelecek vizyonlarında da izlemek mümkün. Anglosakson dünyası “yeni şehircilik”, “kentsel rönesanz”, Kıta Avrupası “kentsel şart” diyerek sürdürülebilir kalkınmayı ve yeni teknolojileri yaşanabilir kentler için kullanabilecek stratejiler peşinde koşarken, bizim ulusal kentsel stratejilerimiz KENTGES kapsamında ancak kapı arkalarında çekingen ve tedirgin konuşulabiliyor.

Şehir plancıları olarak Dünya Şehircilik Günlerindeki geleneğimiz, bir tema etrafında toplanan bir kolokyumla, mesleğin o yılki gündemini bir bildirge eşliğinde tartışmak. Latince de “bir arada konuşmak” kökünden gelen kolokyumlarda ağırlıklı olarak şehir plancıları bir araya gelerek, çokça eleştirdiğimiz bir formatla da olsa ülkenin kentleşme sorunlarını, dünyada olup bitenleri ve geleceğe ilişkin öngörülerimizi paylaşıyoruz. En başta genç plancı arkadaşlar olmak üzere, kolokyumun yapıldığı kentin paydaşları da bu tartışmalara yer yer konuk oluyor. Peki, dünya şehircilik günlerini de bulunmuş şeylerin paylaşıldığı değil, bir şeylerin arandığı bir vakte dönüştürmek mümkün mü acaba? Binlerce kilometre uzakta Arjantinli bir profesörün önerisinin bugünün Türkiye’sinde hem de 39. kez kutlanması bunun mümkün olduğunu gösteriyor. Bunun için sanırım belki de ilk yapmamız gereken şeylerden birisi, dünya şehircilik günlerini sadece şehir plancılarının değil, toplumun tüm kesimlerinin günü yapmak için düşünmeye başlamak. Şu sorunun yanıtını arayarak başlayabiliriz: “En yakınımdaki çocuk, önemsediği bir dünya şehircilik gününde ne yapardı”?


Hiç yorum yok: