Bilenler
bilir. Şehir planlama camiasının fertleri ömür boyu nereden gelip nereye
gittiğini bilmedikleri bir doğruyu ararlar. Doğru hem görünmez bir geometrik
doğrultu, hem kendimize ve etrafımıza yön vermek istediğimiz bir bilgi
kırıntısıdır. Bu arayışın farklı araçları vardır. Kimi bileğe kuvvet bir
tasarım evreninin boyutlarını arşınlar, kimi tarihi alanlardan afetlere kadar
yayılan bir yelpazede sözcüklerle boğuşur. İster bilek ister sözcüklerin
yardımını alsınlar, sanki birimleri farklılaşan bir cetvelle kentleri ölçmeye
çalışırlar. Çok da iyi ederler. Ölçtükleri yerlerin izleri bu memleketin her
yerinde karşımıza çıkar.
Ama
mekânın ve kentlerin öyle doğruları vardır ki, cetvellerin milimetrik
aralıklarından kayıp kaybolurmuş gibi yapan, sonrası bir uçurum misali açılarak
hepimizi içine alan muammalarla karşımıza çıkarlar. İşte tam orada pek kimsenin
girmek istemediği zorlu bir dünya yatar. “Biz neden bunu yapıyoruz”larla
başlayan bu zorlu dünya ancak farklı yönlere bakan bir göz ile “öteki”nin ve “biz”in
yüzünü arayan bir gönülle arşınlanabilir. Kolay değildir bu diyarda yürümek.
Farklı disiplinlerin kadim kökleri arasında gezinirken kendini kaybetmek, sudan
çıktığı yerde görüntüsü kırılan bir kamış gibi eğilip bükülmek işten bile
değildir.
İşte
ben ve benim gibi bu dünyanın kapılarını aralamaya karar veren bir dolu insanın
yolculuğunda, doğrunun cetvelsiz de aranabileceğini söyleyen adamdı benim için
Melih Ersoy. Artık kimselerin okumadığı felsefe sözlüklerinden damıttığı özü
her sabah zihinlere dağıtan bir simyacı gibi, planlamanın suya düştüğü noktadan
çok uzaklara varan halkalar yaratma gücü olduğunu gösteren bir sözdü Hocam. O
söz ki, Baran’dan Wallerstein’den, bağımlılık okulundan çıkıp küresel dünyanın
iliklerine varan, her mevzuata varıp yenilerini yazan, ölçüleri, standartları
ve örüntüleri sıralayan, mülksüzleşenin yüzünü, mağrurun gözünü resimleyen,
yine de aşınıp tükenmeyen bir ırmak gibi uzanıyor memleketin dört bir yanına.
Onunla
tanıştıktan sonra çok şey değişti. Artık milletvekili, müsteşar, genel müdür,
büyük konut projelerinin zengini velhasıl birçok “şey” olan plancılar var
aramızda. Koca koca bölümlerimiz, sayısız mezunumuz, sayısını unuttuğumuz
etkinliklerimiz var. Ancak, garip giden bir şeyler var. Biz bizeyken yine hep
aynı doğruları konuşuyoruz da, dışarıda katar katar karanlığa sürüklenen bir
dünya var. Bu sürüklenişin altında ya cetvelini arayan doğrular, ya
doğrultusunu şaşmış cetveller, ya da doğruyu aramayı unutan zihinler var. Kimine
göre doğru çok, çok da takılmamak lazım bunlara, neticede üç günlük dünya. İşte
bu toz dumanın ortasında başı gövdesinden başka tarafa dönmeyen bir adam olarak
Hocam cetvelsiz doğruları bize hatırlatıyor. Kafamız karıştığında “Eh şimdi”
diyerek ve yüzünün tüm kıvrımlarıyla muzipçe gülerek söze başlıyor. “Yani
oğlum” diyerek takılıyor. “Aslında” diyerek, vurguyu ortaya vererek sürdürüyor.
Meselelerin içeriğine uygun bir ifadeyle, “tabi” diyerek bir kitap
bütünlüğündeki ciddiyeti ve ilkeleri önümüze koymaya devam ediyor.
Bu
cetvelsiz doğrular birçok bileği güçlü meslektaşı, sözcüklerle kentleri
arşınlayan zihni ve disiplinlerin sınırlarında gezen benim gibi birçok dostu
aydınlatmaya devam edecek eminim. Umudu kaybetmeye yüz tutmuşken, her yer
dokunaklı ve her şey anlamsızken göçmen kuşların ardına takılmaktan bizi
kurtaran, yere serili ve ufka uzanan bir gökkuşağı gibi belli belirsiz bir
doğru olacak biliyorum. O doğru senin elinden çıktı ve hiç cetvel kullanılmadı
biliyorum. Ellerinden öpüyorum.