Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

21 Aralık 2015 Pazartesi

CETVELSİZ DOĞRULARIN ADAMI


Bilenler bilir. Şehir planlama camiasının fertleri ömür boyu nereden gelip nereye gittiğini bilmedikleri bir doğruyu ararlar. Doğru hem görünmez bir geometrik doğrultu, hem kendimize ve etrafımıza yön vermek istediğimiz bir bilgi kırıntısıdır. Bu arayışın farklı araçları vardır. Kimi bileğe kuvvet bir tasarım evreninin boyutlarını arşınlar, kimi tarihi alanlardan afetlere kadar yayılan bir yelpazede sözcüklerle boğuşur. İster bilek ister sözcüklerin yardımını alsınlar, sanki birimleri farklılaşan bir cetvelle kentleri ölçmeye çalışırlar. Çok da iyi ederler. Ölçtükleri yerlerin izleri bu memleketin her yerinde karşımıza çıkar.

Ama mekânın ve kentlerin öyle doğruları vardır ki, cetvellerin milimetrik aralıklarından kayıp kaybolurmuş gibi yapan, sonrası bir uçurum misali açılarak hepimizi içine alan muammalarla karşımıza çıkarlar. İşte tam orada pek kimsenin girmek istemediği zorlu bir dünya yatar. “Biz neden bunu yapıyoruz”larla başlayan bu zorlu dünya ancak farklı yönlere bakan bir göz ile “öteki”nin ve “biz”in yüzünü arayan bir gönülle arşınlanabilir. Kolay değildir bu diyarda yürümek. Farklı disiplinlerin kadim kökleri arasında gezinirken kendini kaybetmek, sudan çıktığı yerde görüntüsü kırılan bir kamış gibi eğilip bükülmek işten bile değildir.

İşte ben ve benim gibi bu dünyanın kapılarını aralamaya karar veren bir dolu insanın yolculuğunda, doğrunun cetvelsiz de aranabileceğini söyleyen adamdı benim için Melih Ersoy. Artık kimselerin okumadığı felsefe sözlüklerinden damıttığı özü her sabah zihinlere dağıtan bir simyacı gibi, planlamanın suya düştüğü noktadan çok uzaklara varan halkalar yaratma gücü olduğunu gösteren bir sözdü Hocam. O söz ki, Baran’dan Wallerstein’den, bağımlılık okulundan çıkıp küresel dünyanın iliklerine varan, her mevzuata varıp yenilerini yazan, ölçüleri, standartları ve örüntüleri sıralayan, mülksüzleşenin yüzünü, mağrurun gözünü resimleyen, yine de aşınıp tükenmeyen bir ırmak gibi uzanıyor memleketin dört bir yanına.

Onunla tanıştıktan sonra çok şey değişti. Artık milletvekili, müsteşar, genel müdür, büyük konut projelerinin zengini velhasıl birçok “şey” olan plancılar var aramızda. Koca koca bölümlerimiz, sayısız mezunumuz, sayısını unuttuğumuz etkinliklerimiz var. Ancak, garip giden bir şeyler var. Biz bizeyken yine hep aynı doğruları konuşuyoruz da, dışarıda katar katar karanlığa sürüklenen bir dünya var. Bu sürüklenişin altında ya cetvelini arayan doğrular, ya doğrultusunu şaşmış cetveller, ya da doğruyu aramayı unutan zihinler var. Kimine göre doğru çok, çok da takılmamak lazım bunlara, neticede üç günlük dünya. İşte bu toz dumanın ortasında başı gövdesinden başka tarafa dönmeyen bir adam olarak Hocam cetvelsiz doğruları bize hatırlatıyor. Kafamız karıştığında “Eh şimdi” diyerek ve yüzünün tüm kıvrımlarıyla muzipçe gülerek söze başlıyor. “Yani oğlum” diyerek takılıyor. “Aslında” diyerek, vurguyu ortaya vererek sürdürüyor. Meselelerin içeriğine uygun bir ifadeyle, “tabi” diyerek bir kitap bütünlüğündeki ciddiyeti ve ilkeleri önümüze koymaya devam ediyor.


Bu cetvelsiz doğrular birçok bileği güçlü meslektaşı, sözcüklerle kentleri arşınlayan zihni ve disiplinlerin sınırlarında gezen benim gibi birçok dostu aydınlatmaya devam edecek eminim. Umudu kaybetmeye yüz tutmuşken, her yer dokunaklı ve her şey anlamsızken göçmen kuşların ardına takılmaktan bizi kurtaran, yere serili ve ufka uzanan bir gökkuşağı gibi belli belirsiz bir doğru olacak biliyorum. O doğru senin elinden çıktı ve hiç cetvel kullanılmadı biliyorum. Ellerinden öpüyorum.