Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

3 Mayıs 2015 Pazar

TRANSFORMER VE JURASSIC ANKARA'YA KARŞI


Son bir aydır Başkent Ankara bir şehir içi karayolu kavşağına konan robot ve dinozor heykelleriyle ülke gündemini ve sosyal medya mecralarını işgal ediyor. Bu işgal edişten “parsel parsel satma” iddialarının muhatabı olan Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek’in pek de hoşlanmadığını söylemek zor. Gündemi üzerindeki iddialardan kendini daha rahat hissettiği kulvara – ki gelin biz buna “kentsel polemik” diyelim – çekmek için bulunmaz bir fırsat olan bu tartışmaya çabucak dahil oldu. Suç duyuruları, mimar, şehir plancısı ve mühendisleri çeşitli hakaretamiz ifadelerle suçlama manzaraları oluştu alıştığımız üzere. Durum bir nevi biz Ankara’lılar için “normalleşti” bile diyebiliriz. Normalleşen durumda iki ayrı saf oluşuverir Ankara kamuoyunda bu gibi durumlarda. Bir taraf meseleye daha çok estetikten yola çıkan ama topyekun bir eleştirinin kapısını aralayan bir şekilde dahil olurken, diğer taraf da “ne var canım her yerde var, hem nasıl olsa böyle büyük bir eğlence parkına tüm Ankara’nın ihtiyacı vardı” söylemine dayanan pragmatik bir meşrulaştırma yaklaşımını benimseyiverir. Zaten sonrasında da hemencecik yeni bir gündem oluşur. Bu iki saf farklı bir konuda aynı safları sıklaştırmaya devam ederler.

Oysa bu tür kentsel tartışmaların odağında bu kez farklı bir açıdan bakmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ortada bizim ürünümüz olmayan “popüler” imge ve figürlerin “popülist” bir şekilde kullanımı söz konusu. “Popüler popülizm” gibi hoş kelime oyunlarını mümkün kılmak bir yana, küresel ölçekte hakim yaratıcı endüstrilerin ürünlerinin Türkiye’nin Başkentinde bu şekilde kullanılması bile başlı başına bir sosyolojik tartışmanın kapısını aralıyor. Geçmiş yıllarda Ankara’da benzer başka örneklerini de görmüştük bu durumun ama onlar pek hoş bitmemişti. Eryaman’da Ankara Büyükşehir Belediyesinin yaptığı devasa “Harikalar Diyarı” adlı parkta çizgi film sinemaları açılmıştı. Daha çok popüler çizgi filmleri oynatması düşünülen bu sinemalarda daha sonra “küçük” bir ayrıntının gözden kaçması sebebiyle sorunlar çıkmıştı. Bu sinemalarda oynatılacak filmlerin ticari telif haklarının nasıl karşılanacağı sorun olmuştu çünkü. Bu gibi sorunlar dünyanın her yerinde yaşanabilir sorunlar olarak kabul edilse bile ortada bir başkentin tarihsel konumu, sosyo-mekansal gerçekliği gibi konuları küresel kültürün yamaları vee çarpık bir modernleşme anlayışıyla yeniden üretme çabasının olduğunu görmek gerekiyor. Bu tür bir çaba bir kenti yok etmez belki ama daha kötüsünü yapabilir. Sıradanlaştırır ve unutturur.

Robot ve dinozor tartışmaları devam ederken, bu popüler unsurları çocukluğundan beri takip eden birisi olarak tartışmanın bir yanında bulunan transformer ve jurassic park temalarına da biraz haksızlık edildiğini düşünerek acaba farklı bir analiz de yapılabilir mi diye düşünmeye başladım. Çünkü, bizim zannettiğimizin aksine pek çok popüler kültür unsuru – ki belki en önemli örnekleri Tolkien’in Orta Dünyası, Matrix ve Lucas’ın Yıldız Savaşlarında görülebilir – batı felsefesinin önemli tartışmalarından kökenini almakta, ya da en azından ucundan kıyısından sonradan bu popüler örnekleri felsefe ile buluşturma çabaları söz konusu. Gerçekten de popüler olmanın insanlığın çok temel açmazlarını ve ikilemlerini beklenmedik bir şekilde ve biçimde sunmaktan kaynaklandığı ile ilgili de önemli tartışmalar da son dönemde gündemde yer buluyor. İster Holywood aynı senaryoları yeniden satabilmek için biraz felsefe sosuyla yeniden yazarak gündeme taşıdığından olsun, ister gerçekten de bu popüler unsurlar biraz olsun felsefi açmazları gündeme getiriyor olsun, robot ve dinozor imgelerinin öyküleri üzerinden Ankara’da olup biteni yeniden okumak ilginç olabilir diye düşünüyorum.

Atatürk Orman Çiftliği kavşağına ilk konan pek benzemese de transformer filminden esinlendiği aşikar olan bir robot heykeliydi. Transformer’lar bizim organik dünyamızın aksine metal ve makinenin hayat bulduğu bir gezegenden gelen, kendi içlerinde kadim iyi-kötü ikilemini taşıyan bir grup robotun öyküsünü anlatıyor aslında. Kendi gerçek biçimlerinin ne olduğunu tam olarak anlayamasak da bizim dünyamıza gelince kendilerine benzettikleri makinelerin biçimini alıyorlardı. Serinin tüm filmlerinde insanın iktidar elde etme güdüleri ile transformer’ların kötü kanadının kendilerine yeni bir hakimiyet alanı açma çabaları arasında kalan “otobot”lar adlı iyi robotların hazin durumu ele alınıyor. Hatta serinin son filminde insanlar robotların yaşam kodunu çözüp onları yeniden üretecek bir yöntem bile keşfediyorlar. Bu öyküde insanın doğa karşısındaki durumu, karşısına çıkan güçleri yenmekle istila etmek arasındaki tereddüdü, yapay zeka ve makinelerin insanı aşıp aşmayacağı gibi konulardaki derin etik tartışmalara atıf var gibi görünüyor. Tabi kavşağa robot heykeli koyanların bu tartışmalarla ilişkisinin olma ihtimali çok düşük görünmekle birlikte, bu öyküyü Ankara’nın son otuz yılına uyarlamak zor görünmüyor. Transformer’ları, kentin kapıcıları diye de adlandırılan profesyoneller olarak adlandıralım gelin. Şehir plancıları, mimarlar, mühendisler, avukatlar ve kentin biçimlendirilmesinde kilit rol sahibi tüm meslek dallarını da katalım içlerine. Transformer’lar gibi onların da toplum tarafından dışarıdan bakılınca görülen bir araç, ama yakından bakınca insana benzeyen bir robot gibi görüldüklerini, ötekileştirildiklerini ve yabancılaştırıldıklarını hatırlayalım. Kenti biçimlendirme iktidarını ele geçirenlerin en çok ihtiyaç duydukları kaynak bu meslek dalları ve bilgi birikimleri. Ankara Kentinin son yıllarını gözden geçirdiğimizde bu meslek dallarının bir kısmının kenti farklı bir şekle sokan popülist uygulamaların aktörleri olarak ortaya çıktıklarını, bir kısmının da iktidar sahiplerinin isteklerinin taşeronluğunu yapmak durumunda kaldıklarını gördük. Aynı iyi ve kötü transformer’larda olduğu gibi. Her iki grup da başka gidecek yerleri olmadığını düşünerek kendilerini içinde buldukları senaryodaki rollere uygun hareket etmeye başladılar. Arka planda da kentin kamusal alanları yiterken, kentsel gelir dağılımı rant temelli bir gelir aktarım süreciyle yeniden yapılandırılırken önce fıskiyeler, sonra köprülü kavşaklar, şimdi de popüler kültür heykelleriyle ilgili tartışmaların ya yüklenicisi ya tartışmacısı haline geldiler. Gelinen nokta çok hazin. İktidar sahipleri bu meslek gruplarının önemini çoktan kavradı. Belediyelerin ve kamu kurumlarının kadroları formatı çözülmüş ve neo-liberal mantıkla yeniden yapılandırılmış meslek insanlarıyla dolduruldu. Yani aynı transformer serisinin sonundaki gibi.

Robot kaldırıldıktan sonra hikmetinden sual olunmaz bir mantığın eseri olarak yerine – hem de türüne twitter oylaması ile karar verilen – bir dinozor heykeli yerleştirildi. Dinozorların neden son yıllarda Ankara Büyükşehir Belediyesinin ilgi odaklarından birisi haline geldiği tartışması bir yana, bir popüler kültür unsuru olarak kaynağının 1990’larda parlayan Jurassic Park serisi olduğunu biliyoruz. Amber taşı içerisinde kalmış bir sivrisiğeğin karnındaki dinozor kanındaki DNA şifresini çözerek dinozorlar günümüze getiriliyordu öyküde. Daha sonra da bir eğlence parkının temaşa unsurları haline geliyorlardı. Ama sonradan işler sarpa sarıyor, tabiri caizse insanoğlu “doğayla şaka olmaz” gerçeği ile karşı karşıya kalıyordu. Öykü çok da yeni değil aslında Mery Shelley’in Frenkhestein romanından bu yana sanayi devriminin makine gücünü yanına alan, yaşamın sırlarını çözmeye başlayan insanın tanrı rolüne soyunmasının sonuçlarını tartışıyoruz. Bir yanıyla Yahudi soykırımına, bir yanıyla genetiği değiştirilmiş organizmalara kadar giden bu tartışmada dinozor aslında kontrol edilemeyen doğa güçlerini, hiç beklenmedik sonuçları simgeleştiriyordu. Serideki ilginç olan şey, tüm olup biteni kenardan izleyen ve hiç unutmayan bir karakterle birlikte olanlardan hiç ders almayan, hatta olup biteni malzeme yaparak hep daha büyük ve yeni bir dinozor parkı açan bir yatırımcının bulunmasıydı. Bu sebeple serinin her filminde bir şekilde dinozor parkı yeniden açılıyordu. Bu öykü de Ankara düşünüldüğünde bana pek tanıdık geliyor. Ankara’da sürekli olarak başarısız olan ama durmadan yeniden açılan bir dinozor parkına benziyor çünkü. Son otuz yılı gözden geçirdiğimizde hep bir şekilde “Ankara’yı uçurup kaçıracağı” söylenen ama bunu gerçekleştiremeyen yatırımlarla iktidarı pekişen bir yapının Ankara’yı yönetmeye devam ettiğini görüyoruz. İlk döneminde göbeklere yapılan fıskiyeler ve sök-dik peyzajla, sonraki dönemde katlı kavşaklarla, son dönemde de neredeyse standart hale gelmiş istisnai inşaat emsalleriyle gerçekleştirilen kentsel dönüşüm projeleriyle Ankara sürekli kapanıp yeniden açılan bir dinozor parkı gibi. Bir yandan da kenardan tüm olup biteni korku dolu gözlerle izleyen, “yapmayın etmeyin burda bir yanlış var diyen” meslek odaları, üniversiteler var. Onlara da önce “siz bu işten anlamazsınız” denilip, sonrasında da dinozorlar memleketi basınca “e şimdi ne yapmalı” diye gözler çevriliyor. Kentsel dinamiklerin doğanın kontrol edilemez güçleri gibi olduğu, orasına burasına yapılacak bir tema parkla dizginlenmeyeceği fark edilince de iktidar sahipleri yeni projeler tasarlamaya başlıyorlar yapı taşını değiştirdikleri dinozorlarla birlikte. Çünkü esas amaç olan yaşanabilir bir kent oluşturmak çoktan yitip gitmiş. Amaç artık bir tema park yapmak ya da kenti bir tema park haline getirmek olmuş. Anlayacağınız dinozor heykelini getiren süreç de Jurassic Park filmine ziyadesiyle benziyor.


Bu yazıdaki muradım popüler kültürle kentsel süreçler arasındaki dinamiklerin paralelliğini göstermek değildi sadece. Gördüğünüz gibi bu tür benzerlikler kolaylıkla kurulabiliyor. Esas mesele, kentteki basit gibi görünen ayrıntıların büyük resimdeki karşılıklarına işaret edebilmekte. Bu tür karşılıkları kitlelere anlatabilmek meselesinde ne kadar mesafe kat edebilirsek, popüler kültür unsurlarının felsefe ile ilişkilendirilmesinde olduğu gibi biz de en azından olup bitenin ne tür çelişki ve felaketlere kapı araladığını biraz daha etkili anlatma gücüne kavuşabiliriz. Yoksa korkarım giderek içinde yaşadığımız kentler yapı taşı değiştirilmiş robotların desteğiyle yine ve yeniden başarısızlığa mahkum tema parkların içinde başıboş dolaşan dinozorların çiftliği haline gelmekten kurtulamayacak.