Son
bir aydır Başkent Ankara bir şehir içi karayolu kavşağına konan robot ve
dinozor heykelleriyle ülke gündemini ve sosyal medya mecralarını işgal ediyor.
Bu işgal edişten “parsel parsel satma” iddialarının muhatabı olan Ankara
Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek’in pek de hoşlanmadığını söylemek
zor. Gündemi üzerindeki iddialardan kendini daha rahat hissettiği kulvara – ki gelin
biz buna “kentsel polemik” diyelim – çekmek için bulunmaz bir fırsat olan bu
tartışmaya çabucak dahil oldu. Suç duyuruları, mimar, şehir plancısı ve
mühendisleri çeşitli hakaretamiz ifadelerle suçlama manzaraları oluştu
alıştığımız üzere. Durum bir nevi biz Ankara’lılar için “normalleşti” bile
diyebiliriz. Normalleşen durumda iki ayrı saf oluşuverir Ankara kamuoyunda bu
gibi durumlarda. Bir taraf meseleye daha çok estetikten yola çıkan ama topyekun
bir eleştirinin kapısını aralayan bir şekilde dahil olurken, diğer taraf da “ne
var canım her yerde var, hem nasıl olsa böyle büyük bir eğlence parkına tüm
Ankara’nın ihtiyacı vardı” söylemine dayanan pragmatik bir meşrulaştırma
yaklaşımını benimseyiverir. Zaten sonrasında da hemencecik yeni bir gündem
oluşur. Bu iki saf farklı bir konuda aynı safları sıklaştırmaya devam ederler.
Oysa
bu tür kentsel tartışmaların odağında bu kez farklı bir açıdan bakmak
gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ortada bizim ürünümüz olmayan “popüler” imge ve
figürlerin “popülist” bir şekilde kullanımı söz konusu. “Popüler popülizm” gibi
hoş kelime oyunlarını mümkün kılmak bir yana, küresel ölçekte hakim yaratıcı
endüstrilerin ürünlerinin Türkiye’nin Başkentinde bu şekilde kullanılması bile
başlı başına bir sosyolojik tartışmanın kapısını aralıyor. Geçmiş yıllarda
Ankara’da benzer başka örneklerini de görmüştük bu durumun ama onlar pek hoş
bitmemişti. Eryaman’da Ankara Büyükşehir Belediyesinin yaptığı devasa “Harikalar
Diyarı” adlı parkta çizgi film sinemaları açılmıştı. Daha çok popüler çizgi
filmleri oynatması düşünülen bu sinemalarda daha sonra “küçük” bir ayrıntının
gözden kaçması sebebiyle sorunlar çıkmıştı. Bu sinemalarda oynatılacak
filmlerin ticari telif haklarının nasıl karşılanacağı sorun olmuştu çünkü. Bu gibi
sorunlar dünyanın her yerinde yaşanabilir sorunlar olarak kabul edilse bile
ortada bir başkentin tarihsel konumu, sosyo-mekansal gerçekliği gibi konuları
küresel kültürün yamaları vee çarpık bir modernleşme anlayışıyla yeniden üretme
çabasının olduğunu görmek gerekiyor. Bu tür bir çaba bir kenti yok etmez belki
ama daha kötüsünü yapabilir. Sıradanlaştırır ve unutturur.
Robot
ve dinozor tartışmaları devam ederken, bu popüler unsurları çocukluğundan beri
takip eden birisi olarak tartışmanın bir yanında bulunan transformer ve
jurassic park temalarına da biraz haksızlık edildiğini düşünerek acaba farklı
bir analiz de yapılabilir mi diye düşünmeye başladım. Çünkü, bizim
zannettiğimizin aksine pek çok popüler kültür unsuru – ki belki en önemli
örnekleri Tolkien’in Orta Dünyası, Matrix ve Lucas’ın Yıldız Savaşlarında
görülebilir – batı felsefesinin önemli tartışmalarından kökenini almakta, ya da
en azından ucundan kıyısından sonradan bu popüler örnekleri felsefe ile buluşturma
çabaları söz konusu. Gerçekten de popüler olmanın insanlığın çok temel
açmazlarını ve ikilemlerini beklenmedik bir şekilde ve biçimde sunmaktan
kaynaklandığı ile ilgili de önemli tartışmalar da son dönemde gündemde yer
buluyor. İster Holywood aynı senaryoları yeniden satabilmek için biraz felsefe
sosuyla yeniden yazarak gündeme taşıdığından olsun, ister gerçekten de bu
popüler unsurlar biraz olsun felsefi açmazları gündeme getiriyor olsun, robot
ve dinozor imgelerinin öyküleri üzerinden Ankara’da olup biteni yeniden okumak
ilginç olabilir diye düşünüyorum.
Atatürk
Orman Çiftliği kavşağına ilk konan pek benzemese de transformer filminden
esinlendiği aşikar olan bir robot heykeliydi. Transformer’lar bizim organik
dünyamızın aksine metal ve makinenin hayat bulduğu bir gezegenden gelen, kendi
içlerinde kadim iyi-kötü ikilemini taşıyan bir grup robotun öyküsünü anlatıyor
aslında. Kendi gerçek biçimlerinin ne olduğunu tam olarak anlayamasak da bizim
dünyamıza gelince kendilerine benzettikleri makinelerin biçimini alıyorlardı.
Serinin tüm filmlerinde insanın iktidar elde etme güdüleri ile transformer’ların
kötü kanadının kendilerine yeni bir hakimiyet alanı açma çabaları arasında
kalan “otobot”lar adlı iyi robotların hazin durumu ele alınıyor. Hatta serinin
son filminde insanlar robotların yaşam kodunu çözüp onları yeniden üretecek bir
yöntem bile keşfediyorlar. Bu öyküde insanın doğa karşısındaki durumu,
karşısına çıkan güçleri yenmekle istila etmek arasındaki tereddüdü, yapay zeka
ve makinelerin insanı aşıp aşmayacağı gibi konulardaki derin etik tartışmalara
atıf var gibi görünüyor. Tabi kavşağa robot heykeli koyanların bu tartışmalarla
ilişkisinin olma ihtimali çok düşük görünmekle birlikte, bu öyküyü Ankara’nın
son otuz yılına uyarlamak zor görünmüyor. Transformer’ları, kentin kapıcıları
diye de adlandırılan profesyoneller olarak adlandıralım gelin. Şehir
plancıları, mimarlar, mühendisler, avukatlar ve kentin biçimlendirilmesinde
kilit rol sahibi tüm meslek dallarını da katalım içlerine. Transformer’lar gibi
onların da toplum tarafından dışarıdan bakılınca görülen bir araç, ama yakından
bakınca insana benzeyen bir robot gibi görüldüklerini, ötekileştirildiklerini
ve yabancılaştırıldıklarını hatırlayalım. Kenti biçimlendirme iktidarını ele
geçirenlerin en çok ihtiyaç duydukları kaynak bu meslek dalları ve bilgi
birikimleri. Ankara Kentinin son yıllarını gözden geçirdiğimizde bu meslek
dallarının bir kısmının kenti farklı bir şekle sokan popülist uygulamaların
aktörleri olarak ortaya çıktıklarını, bir kısmının da iktidar sahiplerinin
isteklerinin taşeronluğunu yapmak durumunda kaldıklarını gördük. Aynı iyi ve
kötü transformer’larda olduğu gibi. Her iki grup da başka gidecek yerleri
olmadığını düşünerek kendilerini içinde buldukları senaryodaki rollere uygun
hareket etmeye başladılar. Arka planda da kentin kamusal alanları yiterken,
kentsel gelir dağılımı rant temelli bir gelir aktarım süreciyle yeniden
yapılandırılırken önce fıskiyeler, sonra köprülü kavşaklar, şimdi de popüler
kültür heykelleriyle ilgili tartışmaların ya yüklenicisi ya tartışmacısı haline
geldiler. Gelinen nokta çok hazin. İktidar sahipleri bu meslek gruplarının
önemini çoktan kavradı. Belediyelerin ve kamu kurumlarının kadroları formatı
çözülmüş ve neo-liberal mantıkla yeniden yapılandırılmış meslek insanlarıyla
dolduruldu. Yani aynı transformer serisinin sonundaki gibi.
Robot
kaldırıldıktan sonra hikmetinden sual olunmaz bir mantığın eseri olarak yerine –
hem de türüne twitter oylaması ile karar verilen – bir dinozor heykeli
yerleştirildi. Dinozorların neden son yıllarda Ankara Büyükşehir Belediyesinin
ilgi odaklarından birisi haline geldiği tartışması bir yana, bir popüler kültür
unsuru olarak kaynağının 1990’larda parlayan Jurassic Park serisi olduğunu
biliyoruz. Amber taşı içerisinde kalmış bir sivrisiğeğin karnındaki dinozor
kanındaki DNA şifresini çözerek dinozorlar günümüze getiriliyordu öyküde. Daha
sonra da bir eğlence parkının temaşa unsurları haline geliyorlardı. Ama
sonradan işler sarpa sarıyor, tabiri caizse insanoğlu “doğayla şaka olmaz”
gerçeği ile karşı karşıya kalıyordu. Öykü çok da yeni değil aslında Mery
Shelley’in Frenkhestein romanından bu yana sanayi devriminin makine gücünü
yanına alan, yaşamın sırlarını çözmeye başlayan insanın tanrı rolüne
soyunmasının sonuçlarını tartışıyoruz. Bir yanıyla Yahudi soykırımına, bir
yanıyla genetiği değiştirilmiş organizmalara kadar giden bu tartışmada dinozor
aslında kontrol edilemeyen doğa güçlerini, hiç beklenmedik sonuçları
simgeleştiriyordu. Serideki ilginç olan şey, tüm olup biteni kenardan izleyen
ve hiç unutmayan bir karakterle birlikte olanlardan hiç ders almayan, hatta
olup biteni malzeme yaparak hep daha büyük ve yeni bir dinozor parkı açan bir
yatırımcının bulunmasıydı. Bu sebeple serinin her filminde bir şekilde dinozor
parkı yeniden açılıyordu. Bu öykü de Ankara düşünüldüğünde bana pek tanıdık
geliyor. Ankara’da sürekli olarak başarısız olan ama durmadan yeniden açılan
bir dinozor parkına benziyor çünkü. Son otuz yılı gözden geçirdiğimizde hep bir
şekilde “Ankara’yı uçurup kaçıracağı” söylenen ama bunu gerçekleştiremeyen
yatırımlarla iktidarı pekişen bir yapının Ankara’yı yönetmeye devam ettiğini
görüyoruz. İlk döneminde göbeklere yapılan fıskiyeler ve sök-dik peyzajla,
sonraki dönemde katlı kavşaklarla, son dönemde de neredeyse standart hale
gelmiş istisnai inşaat emsalleriyle gerçekleştirilen kentsel dönüşüm
projeleriyle Ankara sürekli kapanıp yeniden açılan bir dinozor parkı gibi. Bir
yandan da kenardan tüm olup biteni korku dolu gözlerle izleyen, “yapmayın
etmeyin burda bir yanlış var diyen” meslek odaları, üniversiteler var. Onlara
da önce “siz bu işten anlamazsınız” denilip, sonrasında da dinozorlar memleketi
basınca “e şimdi ne yapmalı” diye gözler çevriliyor. Kentsel dinamiklerin
doğanın kontrol edilemez güçleri gibi olduğu, orasına burasına yapılacak bir
tema parkla dizginlenmeyeceği fark edilince de iktidar sahipleri yeni projeler
tasarlamaya başlıyorlar yapı taşını değiştirdikleri dinozorlarla birlikte. Çünkü
esas amaç olan yaşanabilir bir kent oluşturmak çoktan yitip gitmiş. Amaç artık
bir tema park yapmak ya da kenti bir tema park haline getirmek olmuş. Anlayacağınız
dinozor heykelini getiren süreç de Jurassic Park filmine ziyadesiyle benziyor.
Bu
yazıdaki muradım popüler kültürle kentsel süreçler arasındaki dinamiklerin
paralelliğini göstermek değildi sadece. Gördüğünüz gibi bu tür benzerlikler
kolaylıkla kurulabiliyor. Esas mesele, kentteki basit gibi görünen ayrıntıların
büyük resimdeki karşılıklarına işaret edebilmekte. Bu tür karşılıkları
kitlelere anlatabilmek meselesinde ne kadar mesafe kat edebilirsek, popüler
kültür unsurlarının felsefe ile ilişkilendirilmesinde olduğu gibi biz de en
azından olup bitenin ne tür çelişki ve felaketlere kapı araladığını biraz daha
etkili anlatma gücüne kavuşabiliriz. Yoksa korkarım giderek içinde yaşadığımız
kentler yapı taşı değiştirilmiş robotların desteğiyle yine ve yeniden
başarısızlığa mahkum tema parkların içinde başıboş dolaşan dinozorların
çiftliği haline gelmekten kurtulamayacak.