Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

6 Haziran 2014 Cuma

ODTÜLÜ’LERE AÇIK MEKTUP: ODTÜ’YÜ MEKÂNSALLAŞTIRMAK MEKÂNI ODTÜ’LEŞTİRMEK GEREK!


Mezunlar Derneğimizin seçimlerine sayılı günler kala; ODTÜ, kentlerimizde yaşananlar ve bir ODTÜ mezunu olarak Dernek özelinde yaşadığım deneyimler ışığında bugüne kadar yapılmamış bir değerlendirmeyi Dernek seçimlerine ilişkin tartışmalara bir katkı olarak ortaya koyma gerekliliğini hissediyorum. Çünkü Türkiye’nin belki de bu en uzun son bir yılını alışılageldik tartışma kalıplarının biraz olsun dışına çıkarak anlamlandırmak gerektiğini, hatta bunun kaçınılmaz bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum. Gezi’den ve 17 Aralık süreçlerinden sonra eski tartışmalarımızı yenilemek, göz ardı ettiğimiz boyutları önümüze koymak zorundayız. Yoksa korkarım bir seçim daha alışılageldik tartışmalarımızla harcanacak, kendi suni saflaşmalarımızı kısa bir süreliğine hatırlayıp sonrasında gündelik tartışmalarımıza geri döneceğiz. Bir fırsat daha kaçmış olacak.

İçinden geçtiğimiz dönemin belki de ele alınması gereken en önemli yanı mekânın ve kentlerin yaşamlarımızda oynadığı başat rolün daha fazla farkına varmamız olarak ifade edilebilir. Bu durum küresel ölçekten yaşam mekânlarımıza kadar uzanan bir silsilenin yeniden kurgulanması ile görünür hale gelmektedir. Bu yeniden kurgulanma süreci sistematik olarak devletin mekânsal örgütlenmesini, kentlerin yeniden düzenlenmesini, yaşam alanlarımızın dönüştürülmesini, tarih-zaman-mekân-kültür-deneyim unsurlarının metalaştırılarak kentte yeniden üretilmesini bizlere dayatıyor. Anılarımızı yaşadığımız yerler yiterken, kent ancak rant ve parasal değer olarak ifadelendiriliyor. Çekildiğimiz korunaklı sitelerimizde, yaşadığımız eski mahallelerde ya da toplu konutlarda bir geri çekilmeyi yaşıyoruz, yaşam alanlarımız azalıyor, çünkü kamusal alanlarımız daralıyor. Yaşadığımız kentlerdeki haklarımız, var oluş koşullarımız irademiz dışında değişiyor, yaşadığımız mekânlara ilişkin karar alma süreçlerine dâhil olma olanaklarımız giderek ortadan kalkıyor. Ekolojik hassas bölgelerimiz, orman alanlarımız, milli parklarımız, kültürel mirasımız ve daha birçok değerimiz ya yok ediliyor ya da içi boş birer kabuk haline getirilip yeniden ama çoklukla “parasıyla” bize sunuluyor. Çünkü birileri bizim bilimsel bilgi ve birikim alanlarımızı bizden daha iyi biliyor, gölleri kurutuyor, ormanları yok edip iklimleri değiştiriyor, alışveriş merkezlerinin avlularında, gökdelenlerin iştahında ve saksıda bir kent yetiştirmeye çalışıyor.

Tüm bunlar olurken, biz ODTÜ’lülerde azıcık da olsa bir duyarlılık varsa bunun da yine ODTÜ kampusundan kaynaklandığını hatırlatmak isterim. İnsanlar mekânsal duyarlılıklarını çoğunlukla karşılaştırarak, gözlemleyerek oluştururlar. Bir kentten diğerine giden insan gördüklerini birbiriyle karşılaştırarak daha iyi olanı fark etme şansına sahip olur. Sokaktaki adam bu şansı eğer maddi durumu iyiyse gittiği bir Avrupa şehrinden dönüş yolunda “adamlar yapmış, biz neden yapamıyoruz” diyerek yakalarken, bizler insan eliyle oluşturulmuş muazzam bir ormanın içindeki mimari özgün değeri olan kampusumuzla elde ettik bu şansı. Belki bundandır ki, hala aradan yıllar geçse de ODTÜ’lü nefes almak, yürüyüş yapmak ve yaşamak için her fırsatta kendisini kampusa atmaya çalışır. Şehir dışında yaşayanların en çok özlediği şey kampusudur, ODTÜ ormanıdır. Ancak, sanıyorum bu değerlerimizin çok ciddi bir saldırı altında olduğundan hepimiz eminiz. Bu saldırı gündelik yaşamımızda maruz kaldığımız ötekileştirme ve yalnızlaştırma sürecinin bir uzantısı hem de.

Daha da üzücü olanı, yaşanan bu sürecin her iki tarafında ODTÜ’lülerin bulunması. ODTÜ Yolu tartışmaları yaşanırken, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı projeyi “bir ODTÜ’lüye çizdirdikleri” ile övünüyor ya da kendisini savunuyordu. Meslek yaşamım boyunca benzer durumlarla çok karşılaştım. Kente karşı suç niteliğindeki birçok projede, eylemde şu ya da bu şekilde aynı okulun mezunları olduğumuz arkadaşlarımız, meslektaşlarımız işin içinde yer aldılar. Burada yanlış anlaşılma tehlikesine karşı şunu da söylemem şart. Eleştirdiğim hiçbir şekilde bu arkadaşlarımız değil. Yaşadığımız çağda, ODTÜ’lülük olarak tarif etmeye çalıştığımız değerler sistemi içerisinde mekâna, kente ve yaşam alanlarımıza ilişkin müdahaleler konusunda doğru ve anlamlı bir duyarlılığı yerleştirememiş olmamızı eleştiriyorum. Sonuçta, bu durumun ilk ve en önemli mağdurları yine biz ODTÜ’lüleriz. İş alanlarımız daralırken, salt inşaat sektörü odaklı bir kariyer izlemek, istediğimiz kentte yaşamak ve çalışmak yerine illa ki İstanbul’a göç etmek zorunda bırakılanlar yine bizler oluyoruz.

Buna karşın ODTÜ’lüler, son yıllarda bu anlamda yürütülen mücadelelerde de hep ön saflarda yer aldılar. Siyasi partilerde, meslek odalarında, sendikalarda, mezunlar derneğinde ve üniversitelerde yer alan akademisyenler, öğrenciler, meslek insanları, memurlar ciddi mücadelelerde bulundular. Gezide, Gezi öncesinde ve sonrasında mücadelelerin tarihi yazılırken ODTÜ atlanırsa resmin çok eksik kalacağı açıktır. Ancak, burada da mücadelede hep sonuçlara karşı ve tepkisel kalındığını da bir özeleştiri olarak ortaya koymak zorunluluğu bulunmakta. Bu durum, mücadelenin farklı saflarının parçalanmasına, güç kaybı yaşanmasına ve her şeyden önemlisi, mücadelenin esas koşullarını oluşturan sistemik duruma karşı daha uzun soluklu ve yapısal müdahalelerde bulunulmasının önünü tıkamaktadır. Bu bilimsel bilgi ve birikimle en azından kendi kampusumuza ve Eymir’e karşı on yıldan fazla bir süredir devam eden saldırıya karşı daha sistemli, stratejik ve felsefi derinliği olan bir mücadele yürütmenin gerekliliği ortadadır. Bu ise, daha kapsamlı bir farkındalık ve kurumsal güç birliği ile sağlanabilecek bir durumdur.

Burada on iki yıl öncesinde başlatılan ancak sürdürülemeyen bir deneyimi de hatırlatmak istiyorum. Dernek çatısı altında daha önce de çevre ve kentle ilgili etkinlikler yapılıyordu. Ancak, 2002 yılında kurulan “çevre ve kent” komisyonu ile bu çalışmalar daha sistematik bir yapıya kavuşturulmaya çalışıldı. Komisyon öncelikle mezunlarımızda çevreye ve kente dair bir duyarlılığın uyandırılması için birçok etkinlikte bulundu. Bu etkinlikleri yaparken de temelde ODTÜ, Eymir Gölü ve yakın çevre, genelde de Başkent Ankara ve Türkiye’de kentlere ilişkin sorunları ele alan kademeli bir çerçeve çizmeye çalıştı. Komisyon daha o günlerde ODTÜ yoluna ilişkin imar planı değişikliklerini, Mezunlar Derneğinin kendi arazisini ve yakın çevresini bekleyen geleceği, kampus etrafındaki yapılaşma süreçlerini ve bunlara karşı nasıl bir duyarlılık oluşturulması gerektiğini ele aldı. Ancak, ne yazık ki 2008 yılı sonrasında Dernek Yönetiminin bu komisyona olan ilgisi çeşitli sebeplerle azaldı. 2010 yılı sonrasında da bu komisyon ya da çalışma gurubu artık dernek çalışmaları içindeki yerini kaybetti. Dernek içerisinde bu komisyon çalışmalarına olan ilginin azalması ile ODTÜ üzerindeki baskıların artması arasındaki paralelliği de hepinizin takdirlerine sunmak isterim.

Tüm bu süreçler karşısında ODTÜ mezunları olarak yeni bir duyarlılığı ve eylemselliği ifade etmek ihtiyacında olduğumuzu düşünüyorum. Bu duyarlılık bir “mekânsal” duyarlılık olmalıdır. Halimiz vaktimiz yerinde olsa da, yakın çevremize, semtimize, kentimize ve ODTÜ’ye ilişkin duyarlılıklarımızın artması, gündelik yaşamımızda talep ettiklerimiz arasına yaşadığımız kentin sorunlarıyla ilgilenme, yönetimine katılma için çaba harcamayı katmak gerektiği açıktır. Ben buna ODTÜ’yü ve ODTÜ’lüyü mekânsallaştırmak demek istiyorum. Hep birlikte mekânı yeniden keşfetmek zorundayız. Çünkü aslında mekânı başkaları, rant hırsıyla yaşam alanlarımızı yaşanmaz kılarak keşfetti, keşfetmeye devam ediyor. Bu mekânsallaştırma sürecinde Üniversite ve Dernek Yönetiminin çok önemli bir payı olması gerektiği açıktır. ODTÜ gibi, Türkiye şehircilik, tasarım, mimarlık ve kent planlama tarihinin en önemli köşe taşlarından olan bir üniversite ve mezunlarının bu birikime fazlasıyla sahip olduğu açıktır, ancak bu birikimin harekete geçirilmesi gerekmektedir.

Bu birikimin harekete geçirilmesinde amaç da açıktır. Elimizdeki en güzel örneklerden olan, bizi mutlu eden, içinde var olma heves ve heyecanıyla dolduran ODTÜ Kampusundan yola çıkarak kentlerimizi ve mekânı yenileyecek bir manifestoyu ve örnekleri ODTÜ’lüye hatırlatmak, topluma güçlü bir şekilde yeniden sunmak. Ben buna “mekânı ODTÜ’leştirmek” demek istiyorum. Yaşanan süreç ODTÜ’yü kentlerimizdeki yaşanmaz mekânlara dönüştürmek, talan etmek için elinden geleni yapıyor. Belki bundan sonra karşı bir hareketi tarif etmemiz bir zorunluluk.

Unutmadan son söz olarak şunu hatırlatayım. Bunu yapmayabiliriz. Yaşamımıza bildiğimiz gibi devam edebiliriz. Ancak, gün geldiğinde ODTÜ Ormanı da “bir keser on dikeriz” anlayışıyla Atatürk Orman Çiftliği gibi peynir gibi dilimlenmeye başlayınca, Eymir Gölüne “sadece Eymir manzaralı milyonluk rezidanslardan” bakabilir hale gelince, kamusal alanları yok edilmiş bir kentte yalnız bir şekilde yaşarken çok geç kalmış olacak. Bu sebeple, ODTÜ Mezunları Derneğimizin bu genel kurulunda bu konunun gündem yapılması ve gelecek dönemde bu konuda ciddi çalışmaların yapılması hususunu hepinizin dikkatlerine sunmak isterim.

Saygılarımla,


Savaş Zafer Şahin CP96, UPL99, ADM07