Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

22 Temmuz 2013 Pazartesi

KAHRAMAN SOSYAL MEDYA KENTSEL FOTOŞOPA KARŞI*











*Bugün Ankara'da yine bir gecede yarım asırlık çamların fotoşoplanmışçasına ortadan kaldırıldığına ilişkin haberleri görünce hissetiklerimle yazıyorum bu satırları. Benzer durumları daha önceki geceyarısı operasyonlarında Kuğulu Parkta, Atatürk Orman Çiftliğinde, Kara Kuvvetleri Komutanlığı önünde, Aydınlıkevlerde ve daha bir çok yerde yaşamıştık...

Yaklaşık bir buçuk aydır hayatımızı etkileyen, mesleki anlayışımızı, dünyaya bakışımızı ve hülasa bundan sonramızı etkileyen Gezi Parkı olaylarının tüm kesimler için tartışılmaz tek kahramanın sosyal medya olduğunu söyleyebiliriz. İktidar, direnişçiler, izleyenler ve hatta izlemeyen habersizler dâhil, bir noktadan sonra sosyal medya her kesim için yeni ve kaçınılmaz bir iletişim mecrası, neredeyse kendi başına varlığı olan bir hayalet gibi algılanmaya başladı. Daha önceleri sosyal medyada arz-ı endam etmeyenlerin bir anda birer hesap sahibi olup tedirgin mesajlar paylaşmaya başlamalarından da bunu anlamak mümkün. Ancak, sosyal medyanın geleneksel iletişim mecraları arasından sıyrılarak kendisine bu derece baskın bir yer edinmesinin ardında, salt sosyal medyadan menkul nitelikler bulunmakla birlikte direnişin temel zemininin de bulunduğunu görmek gerekiyor. Bu temel zemin ise kentlere yapılan müdahalenin pervasızlığı hatta bağlamsızlığı ile yakından ilgili.

Binlerce yıl boyunca kentler ve kentlerin fiziksel çevresi doğadaki durağanlık ve değişmezlik benzeri bir durum içinde bulundular. Bu durumu başka bir şekilde ifade etmek de mümkün. İnsanların kendi yaşam döngüleri içerisinde içinde yaşadıkları kentin yapısal olarak değişimine nadiren şahitlik ettiler. Ancak, bu durum modernite ve kentlerin sanayi devrimi sonrasında dönüşümü ile değişmeye başladı. Kentleri sürekli olarak bir yaratıcı yıkım sürecine tabi tutmak kaçınılmaz olarak görülmeye başlandı. Ancak, en azından mimar ve şehir plancılarının gözünde bu yaratıcı yıkımın da kendi içinde belli bir tutarlılığı, vicdanlı bir bütünlüğü olması gerekiyordu. Artık insanlar ölmeden yaşadıkları kentin başkalaştığını ya da başka parçalara sahip olduğunu görmeye, deneyimlemeye başladılar. Yine de bu değişimin son yirmi yıla kadar belirli bütünlük kaygıları gözetilerek gerçekleştirilmeye çalışıldığını söylemek gerekir.

Ancak, son zamanlarda farklı bir değişim yaşanıyor. Sanki kent planlarını ve mimari projeleri çizerken kullanılan rapido kalemlerin yerini bilgisayarın alması gözetilen tutarlılığı da etkilemeye başladı. Hayal edilen projeleri imaj ve görüntülere dönüştürmek hiç olmadığı kadar kolaylaştı. Hatta, bu imaj ve görüntülerin belli bir etiği de yok. Sadece hoş görünecek açılardan, çoğunlukla da yakından alınan “render (sunulacak hale getirilmiş)” görüntüler  ideolojik bir araca dönüşmüş durumda. Süleymaniye’nin arkasından baş gösteren gökdelenlerin mimari çizimlerinin hiçbirinde gökdelenlerin Süleymaniyeye olası etkilerini gösterecek bir açıdan görüntü alındığını sanmıyorum. Bu durum öyle bir hale gelmiş durumda ki, tasarlanan yapılar artık içinde konumlandırılacakları kentten kopuk, kendi varlıkları kendi meşruiyetlerini sağlamaya yetecek varlıklar olarak kente yapıştırılıyorlar. Hani neredeyse bir uçan daire gibi kente iniş yapıyorlar, içlerinden çıkanların “hey dünyalı biz dostuz” demeye bile ihtiyacı yokmuş gibi görünüyor. Sonuçta, görüntü işleme teknikleri, kenti bezeme tekniklerinin çok ötesine ve önüne geçmiş durumda.

Söylemsel açıdan ise çok daha farklı bir durum söz konusu. Mimari tasarım ve programlarla yapıların kendisi arasında gittikçe açılan bir uçurum var. Söylemlere bakıldığında tüm projeler yeşil, sosyal, sürdürülebilir ve daha bir çok –ebilir, -abilir. Ama tasarımın kendisi söylemin tam tersiyle olanca ağırlığıyla abanıyor kentlere. Bu durumu geçenlerde bir dostumuzla konuşurken bir anda ağzımdan “kentsel fotoşop” lafı çıkıverdi. Yeni kentsel projeler kentin içine, içinde inşa edilmektense, kentin bir yerine fotoşopla yapıştırılmış gibi duruyorlar. Resimlerinde gerekli fazlalıklar ve görünmesi istenmeyen bakış açıları makaslansa da gerçek dünyada varlıkları ziyadesiyle gerçek ve sorunlu. Hani ünlü moda dergilerinin kapağında resmiyle oynanarak anatomisi çarpıtılan ünlülerin daha sonra kırkdört beden elbiseye sığamamaları gibi. Benzer biçimde çok kısa bir sürede kentin bir yerine heyüla gibi bir gökdelen fotoşoplanıyor, ya da bir gecede elli yıldır bildiğimiz parkın asırlık çınarları belediye tarafından sökülüp başka yere “tayin” ediliveriyor. Aslında bu tür müdahaleler sanki bilgisayarda yapılmış gibi, pardon gibisi fazla. Basbayağı bilgisayarda yapılıyorlar!

Kentlere ağır müdahalelerde bulunan yeni nesil kentsel projeler birer kentsel fotoşop ürünü gibiler. Eğer yaşadığımız kentler iki boyutlu birer resim olsalardı, oraya yapıştırılmaları belki bu kadar sorun yaratmayacaktı. Ancak, ne yazık ki kentlerimiz sosyal, iktisadi, fiziksel ve daha bir çok boyutu olan karmaşık bir bütünün insan gündelik yaşamına etkileri üzerine kurulu karmaşık birer varlık. Kentsel fotoşop bu sebeple de kentlerde kağıttan çok daha fazla etki yaratıyorlar. Tabiri caizse, kağıdı delip geçen bir ağırlıkla kente abanıyorlar. Bu hoyrat tutumun karşısındaki tepkinin yine aynı araçları kullanmasına şaşırmamak gerekli.

Sosyal medya fotoşoplanan kentlere yapılan müdahalelerin içinin yine fotoşop, video düzenleme yazılımları ve diğer dijital araçlarla boşaltılması ve mizah, espri ve zeka ile toplumsal biçimde yeniden doldurulması için yepyeni bir mecra olarak karşımıza çıktı yakın zamanda. Aslında yakın zamanda da dememek lazım çünkü sosyal medyanın ve yeni medya araçlarının özellikle genç kuşaklar tarafından bu amaçlarla daha eskiden beri kullanıldığı ama bu derece tanınırlık kazanmamış olduğunu da teslim etmemiz gerekir. On yıllık bir birikimin ürünüdür gördüklerimiz. Bu on yılda gençler yeni teknolojileri öğrendiler, öğrettiler, bunlarla kendi yaşamlarını kazanmaya uğraşırken daralan kentsel yaşam alanlarına ilişkin küçük cepler yarattılar. Bu ceplerde ürettiklerinin gün gelip de nasıl tüm Türkiye’yi etkileyen bir sele dönüştüğünü sanırım ancak yıllar sonra anlayabileceğiz.


Ancak, bu daha başlangıç. Nasıl yurttaşların anlamadığı hukuk, tıp ve eczacılık literatürlerinin anlaşılır bir dile çevrilmesi artık birer zorunluluk haline geldiyse, şehir plancılarının, mimarların ve tasarımla ilgilenen diğer meslek guruplarının da kendi ellerinden çıkan tasarımların kente dayatılmasında daha özeleştirel olmaları zorunluluğu ortaya çıkıyor. İstersek yapmayalım. Biz fark etmeden, yapmaya çalıştığımız kentsel fotoşop bir anda genç meslektaşlarımız tarafından alınıp, evirilip çevrilip açığa vurulabilir. Hatta bu bizim de hoşumuza gidecek esprili bir dille yapılır. Vakit geçmeden kentsel fotoşop yerine kentlere insaf ve vicdanla yaklaşan, annemizin de anlayacağı, kentlere yalın ve yakışır bir yaklaşma biçiminin temellerini tartışmaya başlamamız gerekiyor. Aksi takdirde uyarayım. Kahraman sosyal medya kahraman bakkala benzemiyor. Kahraman bakkal çoktan yenildi ama kahraman sosyal medya bizzat yenilgi yenilgi yürüyen bir zaferin yollarını döşüyor.