*Bugün Ankara'da yine bir gecede yarım asırlık çamların fotoşoplanmışçasına ortadan kaldırıldığına ilişkin haberleri görünce hissetiklerimle yazıyorum bu satırları. Benzer durumları daha önceki geceyarısı operasyonlarında Kuğulu Parkta, Atatürk Orman Çiftliğinde, Kara Kuvvetleri Komutanlığı önünde, Aydınlıkevlerde ve daha bir çok yerde yaşamıştık...
Yaklaşık
bir buçuk aydır hayatımızı etkileyen, mesleki anlayışımızı, dünyaya bakışımızı
ve hülasa bundan sonramızı etkileyen Gezi Parkı olaylarının tüm kesimler için
tartışılmaz tek kahramanın sosyal medya olduğunu söyleyebiliriz. İktidar,
direnişçiler, izleyenler ve hatta izlemeyen habersizler dâhil, bir noktadan
sonra sosyal medya her kesim için yeni ve kaçınılmaz bir iletişim mecrası,
neredeyse kendi başına varlığı olan bir hayalet gibi algılanmaya başladı. Daha
önceleri sosyal medyada arz-ı endam etmeyenlerin bir anda birer hesap sahibi
olup tedirgin mesajlar paylaşmaya başlamalarından da bunu anlamak mümkün. Ancak,
sosyal medyanın geleneksel iletişim mecraları arasından sıyrılarak kendisine bu
derece baskın bir yer edinmesinin ardında, salt sosyal medyadan menkul nitelikler
bulunmakla birlikte direnişin temel zemininin de bulunduğunu görmek gerekiyor. Bu
temel zemin ise kentlere yapılan müdahalenin pervasızlığı hatta bağlamsızlığı
ile yakından ilgili.
Binlerce
yıl boyunca kentler ve kentlerin fiziksel çevresi doğadaki durağanlık ve
değişmezlik benzeri bir durum içinde bulundular. Bu durumu başka bir şekilde
ifade etmek de mümkün. İnsanların kendi yaşam döngüleri içerisinde içinde
yaşadıkları kentin yapısal olarak değişimine nadiren şahitlik ettiler. Ancak,
bu durum modernite ve kentlerin sanayi devrimi sonrasında dönüşümü ile değişmeye
başladı. Kentleri sürekli olarak bir yaratıcı yıkım sürecine tabi tutmak
kaçınılmaz olarak görülmeye başlandı. Ancak, en azından mimar ve şehir
plancılarının gözünde bu yaratıcı yıkımın da kendi içinde belli bir
tutarlılığı, vicdanlı bir bütünlüğü olması gerekiyordu. Artık insanlar ölmeden
yaşadıkları kentin başkalaştığını ya da başka parçalara sahip olduğunu görmeye,
deneyimlemeye başladılar. Yine de bu değişimin son yirmi yıla kadar belirli
bütünlük kaygıları gözetilerek gerçekleştirilmeye çalışıldığını söylemek
gerekir.
Ancak,
son zamanlarda farklı bir değişim yaşanıyor. Sanki kent planlarını ve mimari
projeleri çizerken kullanılan rapido kalemlerin yerini bilgisayarın alması gözetilen
tutarlılığı da etkilemeye başladı. Hayal edilen projeleri imaj ve görüntülere
dönüştürmek hiç olmadığı kadar kolaylaştı. Hatta, bu imaj ve görüntülerin belli
bir etiği de yok. Sadece hoş görünecek açılardan, çoğunlukla da yakından alınan
“render (sunulacak hale getirilmiş)” görüntüler
ideolojik bir araca dönüşmüş durumda. Süleymaniye’nin arkasından baş
gösteren gökdelenlerin mimari çizimlerinin hiçbirinde gökdelenlerin
Süleymaniyeye olası etkilerini gösterecek bir açıdan görüntü alındığını
sanmıyorum. Bu durum öyle bir hale gelmiş durumda ki, tasarlanan yapılar artık
içinde konumlandırılacakları kentten kopuk, kendi varlıkları kendi
meşruiyetlerini sağlamaya yetecek varlıklar olarak kente yapıştırılıyorlar.
Hani neredeyse bir uçan daire gibi kente iniş yapıyorlar, içlerinden çıkanların
“hey dünyalı biz dostuz” demeye bile ihtiyacı yokmuş gibi görünüyor. Sonuçta,
görüntü işleme teknikleri, kenti bezeme tekniklerinin çok ötesine ve önüne
geçmiş durumda.
Söylemsel
açıdan ise çok daha farklı bir durum söz konusu. Mimari tasarım ve programlarla
yapıların kendisi arasında gittikçe açılan bir uçurum var. Söylemlere
bakıldığında tüm projeler yeşil, sosyal, sürdürülebilir ve daha bir çok –ebilir,
-abilir. Ama tasarımın kendisi söylemin tam tersiyle olanca ağırlığıyla
abanıyor kentlere. Bu durumu geçenlerde bir dostumuzla konuşurken bir anda
ağzımdan “kentsel fotoşop” lafı çıkıverdi. Yeni kentsel projeler kentin içine,
içinde inşa edilmektense, kentin bir yerine fotoşopla yapıştırılmış gibi
duruyorlar. Resimlerinde gerekli fazlalıklar ve görünmesi istenmeyen bakış
açıları makaslansa da gerçek dünyada varlıkları ziyadesiyle gerçek ve sorunlu.
Hani ünlü moda dergilerinin kapağında resmiyle oynanarak anatomisi çarpıtılan
ünlülerin daha sonra kırkdört beden elbiseye sığamamaları gibi. Benzer biçimde
çok kısa bir sürede kentin bir yerine heyüla gibi bir gökdelen fotoşoplanıyor,
ya da bir gecede elli yıldır bildiğimiz parkın asırlık çınarları belediye
tarafından sökülüp başka yere “tayin” ediliveriyor. Aslında bu tür müdahaleler
sanki bilgisayarda yapılmış gibi, pardon gibisi fazla. Basbayağı bilgisayarda
yapılıyorlar!
Kentlere
ağır müdahalelerde bulunan yeni nesil kentsel projeler birer kentsel fotoşop
ürünü gibiler. Eğer yaşadığımız kentler iki boyutlu birer resim olsalardı, oraya
yapıştırılmaları belki bu kadar sorun yaratmayacaktı. Ancak, ne yazık ki
kentlerimiz sosyal, iktisadi, fiziksel ve daha bir çok boyutu olan karmaşık bir
bütünün insan gündelik yaşamına etkileri üzerine kurulu karmaşık birer varlık.
Kentsel fotoşop bu sebeple de kentlerde kağıttan çok daha fazla etki
yaratıyorlar. Tabiri caizse, kağıdı delip geçen bir ağırlıkla kente
abanıyorlar. Bu hoyrat tutumun karşısındaki tepkinin yine aynı araçları
kullanmasına şaşırmamak gerekli.
Sosyal
medya fotoşoplanan kentlere yapılan müdahalelerin içinin yine fotoşop, video
düzenleme yazılımları ve diğer dijital araçlarla boşaltılması ve mizah, espri
ve zeka ile toplumsal biçimde yeniden doldurulması için yepyeni bir mecra
olarak karşımıza çıktı yakın zamanda. Aslında yakın zamanda da dememek lazım
çünkü sosyal medyanın ve yeni medya araçlarının özellikle genç kuşaklar
tarafından bu amaçlarla daha eskiden beri kullanıldığı ama bu derece tanınırlık
kazanmamış olduğunu da teslim etmemiz gerekir. On yıllık bir birikimin ürünüdür
gördüklerimiz. Bu on yılda gençler yeni teknolojileri öğrendiler, öğrettiler,
bunlarla kendi yaşamlarını kazanmaya uğraşırken daralan kentsel yaşam
alanlarına ilişkin küçük cepler yarattılar. Bu ceplerde ürettiklerinin gün
gelip de nasıl tüm Türkiye’yi etkileyen bir sele dönüştüğünü sanırım ancak
yıllar sonra anlayabileceğiz.
Ancak,
bu daha başlangıç. Nasıl yurttaşların anlamadığı hukuk, tıp ve eczacılık
literatürlerinin anlaşılır bir dile çevrilmesi artık birer zorunluluk haline
geldiyse, şehir plancılarının, mimarların ve tasarımla ilgilenen diğer meslek
guruplarının da kendi ellerinden çıkan tasarımların kente dayatılmasında daha
özeleştirel olmaları zorunluluğu ortaya çıkıyor. İstersek yapmayalım. Biz fark
etmeden, yapmaya çalıştığımız kentsel fotoşop bir anda genç meslektaşlarımız
tarafından alınıp, evirilip çevrilip açığa vurulabilir. Hatta bu bizim de
hoşumuza gidecek esprili bir dille yapılır. Vakit geçmeden kentsel fotoşop
yerine kentlere insaf ve vicdanla yaklaşan, annemizin de anlayacağı, kentlere yalın
ve yakışır bir yaklaşma biçiminin temellerini tartışmaya başlamamız gerekiyor.
Aksi takdirde uyarayım. Kahraman sosyal medya kahraman bakkala benzemiyor.
Kahraman bakkal çoktan yenildi ama kahraman sosyal medya bizzat yenilgi yenilgi
yürüyen bir zaferin yollarını döşüyor.