Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

3 Ekim 2013 Perşembe

KENT(D)(İN)E KARŞI SUÇ


Kente karşı suç kavramı iki boyutta tanımlanabilir. Bunlar; kentte kamusal alanlara yapılan müdahalelerin kentlinin ortak çıkarlarını ne düzeyde etkilediği ve bu ortak çıkarların etkilenmesiyle ilgili olarak farkındalığın ne düzeyde olduğu şeklinde ifade edilebilirler. Bu boyutlar birbiriyle çok yakından ilişkilidir. Eğer bir kentte, o kentteki kamu yararına, kamusallığa ilişkin canlı ve zengin bir tartışma ortamı yoksa o zaman kente karşı suç kavramının da tarif edilebilmesi oldukça zor ve güç bir hale gelmektedir. Siyasi süreçler açısından baktığımızda ise toplumda kentleri yönetmesi için temsili mekanizmalarla görev verilen aktörlerin kente yaptıkları müdahalelerin biçimi, şekli, içeriği ve ne düzeyde meşru görüldüğü tartışması gündeme gelmektedir.

Kentlerde siyasal temsiliyetin seçilmişlere ne tür bir meşruiyet sağladığı çok önemlidir. Demokratik sistemlerde sandığa gidip oy verdiğimizde, seçtiğimiz insanlara aslında ahlaki ve etik tercihleri sebebiyle oy verdiğimiz varsayılmaktadır. O insanların aynı zamanda en büyük mühendis, en büyük bilim adamı ve en estetik sanatçı olduğunu tescillemek için oy kullanmıyoruz. Ancak bizim gibi ülkelerde verilen oyun belediye başkanlarına ya da siyasilere böyle bir meşruiyet alanı da verdiği düşünülüyor. Bilim ve sanatın meşruiyetleri kendi içinde farklı mekanizmalarla kurulmakta olmasına karşın, sandıktan çıkan kişinin istediği sanat eserini istediği yere koyma, istediğini kaldırma, bilimsel doğruları bir eliyle kenara itme, kendi tercihlerini uygulama gibi bir takım şeyler yapabildiğini görebiliyoruz.

Aslında buna çok da şaşırmamak gerekli. Çünkü, Türkiye’ye baktığımızda, katılımcı mekanizmaların bulunmadığını, kentlerin tam bir vakumla yönetildiğini görüyoruz. Bugün seçimlerde oy veren insanla tepedeki belediye başkanı arasında neredeyse hiçbir etkin siyasal mekanizma bulunmamakta. Hâlbuki olması gereken tabandan tavana, tavandan tabana olan mekanizmaların belirli bir bütünlük içerisinde hareket etme zorunluluğudur. Siyasal, sosyal ve fiziksel açılardan kentlerde bir demokrasi altyapısının oluşturulmasının sağlanmasıdır. Bu demokratik alt yapının bulunmadığı yerlerde hesap verilebilirlik, saydamlık gibi bir takım ilkeler ne yazık ki önemini kaybediyor. Burada da siyasilerin ve onlarla birlikte hareket eden çıkar gruplarının gerçekleştirdiği bazı uygulamaların kentsel haklara müdahale ederek birer kentsel suç haline geldiğini görüyoruz.

Bu durumun temelinde ise kent yönetimlerinin genel olarak demokratik karakterinin zafiyete uğraması yatıyor. Kentlerde belediye başkanlarının bütçelerini nasıl ve ne amaçla kullanıldığı neredeyse hiçbir şekilde sorgulanmaz hale geldi. Örneğin Televizyonlarda bir süredir Ankara ve İstanbul belediyelerinin yaptıkları parkların reklamlarının hem de “prime time’da” döndüğünü görüyoruz. Acaba bu reklamların paraları nasıl veriliyor? Belediyelerin kamusal hizmet kurumları olarak böyle reklamlara para vermek için yetkileri var mı? İşte bunların sorgulanamadığı bir toplumda yaşıyoruz artık.

Bir önemli konu da, kente karşı suç teşkil edecek uygulamalarda bilimsel ön görülebilirliğin ortadan kalkması. Eğer belediye başkanının tercihi ile bir projeye girişiliyorsa o zaman fizibilite çalışmaları, fayda maliyet analizleri, etkinlik ve verimlilik analizleri gibi artık çağdaş dünyanın vazgeçilmez kabul ettiği çalışmalar da anlamını kaybediyor. Bu durumda gerçekleştirilen projelerin sonuçlarının önceden kestirilebilirliği ortadan kalkıyor ve gerçekten kente zarar verebilecek bir durum oluşacaksa bunun önceden anlaşılabilmesi olanağı da ortadan kalkıyor.

Bir yolun o yerden neden geçeceği sadece belediye başkanının iki dudağı arasından çıkan söze kalmış durumdadır. Burada yüzyıl öncesinden önemli bir örnek paylaşılabilir. Tarihi kayıtlara göre ünlü Amerikan Başkanı Wilson bundan yaklaşık yüzyıl önce Amerikan Senatosunda “Bir yolu yapmanın Cumhuriyetçi ya da Demokrat bir şekli yoktur, yol yoldur” der. Muhalifleri ise cevaben “evet teknik açıdan belki haklısınız. Ama o yolun nereden geçeceğinin, yolu kimin yapacağının ve daha birçok ayrıntının demokrat yolları da vardır cumhuriyetçi yolları da derler. Bu örnekten de anlaşılabileceği gibi bütüncül, bütünsel ve ayrıntıları düşünülmeden başlanan projelerde suçun ortaya çıkma olasılığı da artmaktadır.

O zamanda sonuçları açısından kente karşı suç kapsamına giren eylemlerin sayısının arttığını görüyoruz. Bunara son zamanarda “hayalet yapılar” deniyor. Belediye başkanlarının kentin çeşitli yerlerinde başlattıkları ama hukuki, mühendislik ya da başka kurallara dikkat edilmeden başlatılan ve bitirilemeyen yüzlerce yatırım var. Bu yatırımlar kamu kaynaklarının kullanımı açısından kente karşı suç niteliği taşıyorlar.

İşte tüm bu sorular kente karşı suçun ciddi bir şekilde gündeme geldiğini göstermeye başlamaktadır. Yapılanların kente karşı suç olduğunun anlatılabilmesi gerekmektedir. Ancak bu anlatma meselesi de oldukça sorunludur. Çünkü siyasi açıdan baktığınızda pragmatik çözümler her zaman söylem karşısında kazanıyor. Siz istediğiniz kadar bu para şuraya harcandı, şurada daha iyi değerlendirilebilirdi deseniz de, orada var olan gerçeklik fiziksel varlığıyla sıradan insan için var olmasıyla meşruiyetini sağlamakta. Bunu sorgulatmak için çok daha güçlü toplumsal baskı grupları oluşturmak gerekiyor. Kente karşı suçların sahipsiz ve kimsesiz bir kente karşı değil, kentlilere ve hatta kişinin kendisine karşı işlediği bir suç olduğunun vurgulanması gerekiyor. 

Hiç yorum yok: