Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

8 Haziran 2012 Cuma

DEMOKRATİK AÇILIM MI YÖNTEM AÇILIMI MI?

(2009 yılında Atılım Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü internet sitesinde yayımlanmış Tartışma Metnidir http://pol.atilim.edu.tr/files/sbky-tm-28-09-09-zafer-sahin.pdf )

Açılım kavramı son bir kaç yıldır siyasal yaşamımızda çok daha yaygın biçimde kullanılmaya başlandı. “Açılım”, bilinen ve doğruluğu yaygın biçimde kabul edilen “tabu”ların sorgulanması, varsayımların irdelenmesi ve halk arasındaki kullanımıyla belirli uygulamalarla “ezber bozma” anlamlarını içerdiğinden, siyasal yapımızın yenilenmesi ve geliştirilmesi adına önemli bir çıkış noktasıdır. Doğası gereği, varsayılan kabulleri olduğu kadar bu kabullere ulaşma yöntemlerinin de kökten değişimine atıfta bulunur. Yani herhangi bir açılım hem bir zihniyet hem de o zihniyetin oluşumuna ilişkin yöntemdeki değişimin ifadesidir.
Açılım kavramı yakın zamanda en belirgin biçimiyle ilk önce 2009 Yerel Seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisinin İstanbul İl Teşkilatı tarafından çarşaflı vatandaşların Partiye kaydedilmesi şeklindeki simgesel törenle kitlesel tanınırlığa ulaştı. Yerel Seçimlerin üzerinden fazla bir zaman geçmeden de kavram başta Sn. Cumhurbaşkanı, ardından da Hükümetin yetkilileri tarafından daha farklı bir çerçevede teleffuz edilmeye başlandı. “Çözüm”, “niyet”, “güven”, “istek” gibi kavramlarla birlikte kullanılmaya başlanan açılım sözcüğü ilerleyen zaman içinde kamuoyunun kullanımıyla “Kürt Açılımı”, Hükümetin kullanımıyla da “Demokratik Açılım” ifadelerinin içerisinde yerini aldı. Bu ifadelerin de gündeme gelmesi ile birlikte terör, etnik kimlik, demokratik hak ve özgürlükler, anayasal haklar gibi kavramların etrafında dolaşan, ancak diyalog, karşılıklı birbirini anlama, çatışamaları çözümleme ve fikir üretme çabalarından büyük ölçüde uzak bir tartışma süreci yaşanmaya başladı.
Genel olarak Güneydoğu ve Kürt Sorunu kavramları etrafında başlayan tartışmalar günümüze yaklaştığımızda vatandaşlık ve demokratik haklar çerçevesinde yürütülmeye başlandı. Tartışmalar sürerken toplumun bir kesimi ve ana muhalefet partileri “açılımın” somut olarak neyi ifade ettiğini, belirgin bir değişim paketi içerip içermediği konularındaki çekincelerini ortaya koyarak katkıda bulunmaya mesafeli olduklarını gösterdiler. Öte yandan Hükümet, ortada belirgin bir politikalar-stratejiler-eylemler paketinin bulunmadığını, bu tür bir sonucun yürütülecek süreç sonucunda ortaya konacağını ifade etti.
Süreç olarak adlandırılan yöntem pratikte Sn. Başbakanın çeşitli konuşmaları ve görüşmeleri ile başlayan, Sn. İçişleri Bakanının çeşitli siyasi parti ve sivil toplum örgütlerine yaptığı ziyaretlerle devam eden açık uçlu bir görüşmeler bütünü olarak ortaya çıkmaktadır. Bu görüşmeler halen devam etmekte olup, yapılan ziyaretlerin toplumsal alan ile medyada yarattığı yankılar, tepkiler, yorumlar ve atmosfer açılımın içeriğinin değişmesine, evrilmesine ve sürekli yeniden tanımlanmasına sebep olmaktadır. Ancak bu değişim büyük oranda amaçtan uzaklaşma ile sonuçlanmaktadır.
Siyasal alandaki bu tür süreçlerin başlangıçtaki amaçlardan uzaklaşılmasına sebep olması bir ölçüde kaçınılmazdır. Ancak, süreç içerisinde yönteme ilişkin olarak benimsenen tutum bu karmaşık siyasal sürecin tüm toplumsal tarafların kabulleneceği bir çözümün ortaya çıkmasına ilişkin yönlenmeyi hedefinden saptırmaktadır. Burada iki temel sorun göze çarpmaktadır. Birincisi, önceden kesin çizgileriyle tanımlanmamış bir sürecin yöntem olarak tanımlanması bir süre sonra aslında bir araç olan sürecin kendisinin amaç haline gelmesi sonucunu doğuracaktır. İkinci olarak da, yöntemin çıktılarının belirgin olmaması, yönteme ilişkin en belirgin aracın kamuoyu önünde yapılan üst düzey ziyaretler olmasının sürecin somutlaşmasını engellemesi olasılığını doğurmaktadır. Açıkça, açılımın aracı olarak Hükümet tarafından yürütülen sürecin yeni ve daha doğru tanımlanmış bir yönteme ihtiyacı vardır. Ancak böylesi bir yöntemle tatmin edici sonuçlar elde edilebilir.
Gerçekte bu tür bir yöntemsel ihtiyaç tüm toplumsal süreçlerde karışımıza çıkmakta, bireyin toplum içerisindeki davranış biçimi ve kollektif yapıların dinamiklerindeki değişime de yansımaktadır. Uzunca bir süredir devlet ya da diğer kollektif yapıların sadece “etken” yapılar olmaktan çıktığı, aynı zamanda “–kılıcı”, “kolaylaştırıcı”, “paylaşımcı”, “müzakereci”, “motive edici”, “öğrenen”, “rekabet eden”, “saydam”, “hesap verebilir”, “etkin”, “verimli” vb. gibi bir çok sıfatı da takınmak zorunda olduğu yaygın kabul görmektedir. Benzer biçimde bireyin ve toplulukların konumunun da “edilgen” olmakla sınırlı kalamayacağı, her bir bireyin aynı zamanda “çözüme yönelik (proaktif)”, “gönüllü”, “ortak”, “katılımcı”, “vizyoner” olması gerektiği üzerinde ittifak edilmektedir.
Aslında topluma ve bireye yönelik beklentilerdeki değişimin kökeninde devrimsel nitelikte felsefi, siyasal ve iktisadi yeniden yapılanma süreçlerinin bulunduğu söylenebilir. Felsefi alanda toplumların ve dünyanın insan eliyle biçimlendirilmesinde akılcılığa dayalı araçsal bir yöntem yerini belli bir ölçüde iletişime dayalı akılcılığa bırakmıştır. Artık “doğru” yalnızca farklı biçimlerde akılcı çözümler arasından seçilen şey değil, farklı kesimlerce müzakere edilen ve üzerinde uzlaşılan bilgi halini almıştır. Siyasal alanda; sınıf, grup, etnik kimlik gibi alışılageldik kategoriler aşınırken liderlik, karizma ve imaj öne çıkmakta, bu sebeple de temsili demokrasilerde temsiliyetin anlamı derinden sorgulanır hale gelmektedir. Bu tür sorgulamalar halkın farklı araçlarla seçim sonrasında yönetime ve karar alma süreçlerine katılması için çaba gösterilmesinin temsili demokrasilerdeki temsiliyet krizinin aşılmasında sıklıkla önerilen bir çözüm haline gelmesi sonucunu doğurmaktadir. Son olarak iktisadi alanda; kitle üretiminden esnek üretim biçimlerine geçilmiş, dünyanın sanayi üretim merkezinin batıdan doğuya kaymaya başlamıştır. Dünya ekonomisinin dalgalanmalar karşısında aşırı kırılganlaşması ve bunun sonucunda devletin ekonomiye müdahalesinin yeniden bir ihtiyaç haline geliyor olması gibi sayısız unsur bireylerin iktisadi karar alma mekanizmalarında yeni görev ve sorumluluklar üstlenmesini gerekli kılmaktadır.
Bu dönüşümler üç farklı anlamıyla “katılım” süreçlerini öne çıkarmaya başlamıştır. İlk olarak kamu yönetimi süreçleri iletişim ağırlıklı süreçler haline gelmektedir. İletişimin en yüzeysel biçimi olan bilgilenme ve bilgi edinme uygulamalarının yaygınlaşması bunun bir yansıması olarak görülebilirse de asıl hedeflenen kamu yönetiminin bütününün yurttaşlarla iletişim içerisinde iyileştirilmesi ve dönüştürülmesidir. İkinci olarak yurttaşların katılımının sağlanmasında iletişimin salt kendi başına yeterli olmayacağı, devletin katılımı yapılandırmak için gerekli koşulları sağlamak ve yapılandırmak yükümlülüğünde olduğu kabul edilmektedir. Kent konseyleri, zorunlu hale getirilen katılımcı toplantılar gibi bazı uygulamalar bu yaklaşımın bir ürünü olarak kabul edilebilirler. Ancak burada da devletin kolaylaştırıcılık işlevini aşan, yukarıdan aşağı ve yaptırımcı bir tavrı belirlemesi de katılımcılığın doğasına aykırı bulunmaktadır. Katılımcı süreçlerin temel olarak devlet tarafından yapılandırılsalar da yurttaşların gönüllü katılımı ile gerçekleştirilmeleri ilkesel olarak kabul edilmektedir. Üçüncü olarak, katılımın karar alma süreçlerinde yer almanın dışında kamu yönetimi süreçlerinde aktif bir şekilde, gönüllülüğe dayalı olarak görev almak anlamının bulunduğu da kabul edilmektedir. Sonuçta, uygulamada bu üç farklı katılım biçiminin her birinin belli ölçülerde bir arada bulunduğu söylenebilir.
Bu değişime koşut olarak son yıllarda kollektif karar alma, fikir üretme, çatışmaları çözme ve ortak bir akıl yaratma konularında katılım ve müzakere yöntemlerinde çok önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Paydaşların belirlenmesinden her bir paydaşa nasıl yaklaşılacağına ilişkin stratejilerin belirlenmesine, paydaşların motive edilmesinden paydaşlarla üretilen fikirlerin anlamlı sonuçlara dönüştürülmesine kadar çeşitli ve zengin yöntemler ortaya çıkmıştır. Bu yöntemler toplumsal sorunların içselleştirilmesinde, aidiyet oluşturmada, sahip çıkma bilincini oluşturmada ve çıktı elde etmede çok verimli sonuçların elde edilmesini sağlamaktadır. Bu tür yöntemler çok yaygınlaşmış, çeşitlenmiş ve zenginleşmiştir. Herşeyden önce örnekler üzerinde yapılan incelemeler bu yöntemlerin kullanımının toplumsal sorunların çözümünde açık uçlu konuşma ve ziyaret yöntemlerinin dışında yenilikçi, yaratıcı ve sonuç veren yönler bulma konusunda çok ciddi katkılarda bulunmakta olduğunu göstermektedir.
Böylesi bir çerçevenin geçerli olabilmesi için demokratik açılım sürecinde yapılması gerekenler aşağıdaki gibi sıralanabilir:
  1. Herşeyden önce demokratik açılım sürecinin “paydaş” kitlesi, bu kitlenin kamu, özel sektör, sivil toplum ve örgütlenemeyen unsurlarının belirlenmesi için bir çalışma yapılmalıdır.
  2. Paydaşlar belirlendikten sonra yöntem açılımını gerçekleştirecek ve uygulayacak bir bilim adamı-uzmanlar grubu oluşturulmalıdır.
  3. Uzmanlar grubu ve paydaşlarla birlikte katılımcı süreçte ortak aklı yaratacak yöntem modellenmeli, hangi araçların kullanılacağı önerilmelidir.
  4. Katılımcı süreç sonucunda somut, ölçülebilir sonuçları bulunan bir eylem planı oluşturulmalı, bu eylem planının izleme ve değerlendirme mekanizmaları tanımlanmalıdır.
Gündemdeki açılımın gerçek anlamda bir açılıma dönüşmesi için yöntemsel bir açılımın gerekliliği aşikardır. Bu yöntemsel açılım öncelikle bilim adamlarının ve uzmanların desteğiyle katılımcı bütünsel bir karar alma ve model oluşturma stratejisinin inşa edilmesini, bu inşa sürecine koşut olarak ortak akıl üretme yöntemlerinin en yaygın katılımla uygulanmasını gerektirmektedir. Önyargılarla bakıldığında bu tür bir destek almanın süreci yavaşlatacağı düşünülse de katılımcı yöntemlerin hakkıyla uygulamaya geçirilmesi en başta kamuoyunun süreci ötekileştirmesini engelleyecek, değerlendirilebilecek çıktıların ortaya çıkmasını sağlayacak ve sürecin gerçek anlamda bir açılıma dönüşmesinin önünü açacaktır. Herşeyden önce bu tür bir sürecin ve deneyimin yaşanması diyalog, uzlaşma, aidiyet, sahiplenme süreçlerinin gelişmesini sağlaması açılarından bile denemeye değer görünmektedir. Bu tür bir deneyin yöntemsel açıdan kurgulanması ise açılımın mimarlarının ortak aklı oluşturmak için destek almasını gerekli kılmaktadır. Aksi takdirde açılım saçılım ve kaçılım ile sonuçlanma riski ile karşı karşıya kalacaktır.