Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Nisan 2012 Cuma

BİR BAŞKENTİN (M)İMARI: GÖNÜL TANKUT



Ağabeyinin anlatımıyla; cılız saçları suratının her iki yanına itinayla yapıştırılmış mısır püskülü saçlı kız, karşısındaki perdeye yansıtılmış hışırtılı ve siyah beyaz dünyanın ardındaki resmi arıyor. Belki de ta o zamandan biliyor ki, sinema da kent de bir “kaçış”tır. Ankara o zaman insanlarının gözlerinde capcanlı bir gökkuşağı gibi de olsa bizler için oldukça saydam ve kılcal çatlaklarla dolu. Refüjler taşıt yollarından daha geniş, fidan irisi ağaçlar insanlardan daha kalabalık. Küçük kız bu kaçışın hesaplı bir geri dönüş olması için geleceği adım adım yürüyeceğinin pek de farkında değil. Ama yine de babasının Karpiç Restoranı adımlayan günleri ona kentler, tarih ve kültürün üzerine kurulacağı bir zemini inşa etme imkânını tanıyacak. Bundan onun henüz haberi yok.

Bazen, dönümlerce ay ışığına doğru uzanan bir bahçeden usul usul böğürtlen toplamaya benzeyen bir eğitim biçiminin ne işe yaradığını anlayan insan sayısının giderek azaldığı bir dünyada, ilk gençlik yıllarını farklı diller ve kültürler eşliğinde mekânın şiirini okumakla geçiren genç kızın, Ankara’nın geçirmekte olduğu evrimden tabi ki haberi oldu. Bir elektrikli testere ile böbrek ameliyatı yapmaya benzeyen operasyonlarla eski kentin bağrına “afili façalar” atılırken o mutlaka gördü bunları. Eğreti bir mekânda her tedavinin hastayı iyileştirmesinin mümkün olmadığını, belki kimi zaman çekilse de bir dişin, yerinin yıllarca sızladığını fark etti. Toplumun, kültürün, mekânın ve tabiatın, üzerinde elleri yanaklarında düşünen insanlarla anlam kazandığını, evren tarihinde pek bir anlamı olmasa da bu düşünen insanların etkisiyle taşa düşülmüş titrek bir imzayı dahi gelecek her insanoğlunun görmesi gerektiğini hissetti belki de. Sonuçta dünyayı değiştiren fikirlerdi ama fikirleri şekillendiren birazcık da olsa mekândı.

Sarı ve gür saçlarıyla etkileyici ve genç bir bilim insanıydı artık. Hem de öğrencilerin seyreltik yaşamlarının kuytu köşelerine bir miktar aşk ile konuk ettikleri cinsten. Eserlerini puan, unvan, kürsü ya da kendisinin bilmediği yerlerde ve hissedemediği vakitlerde adının birilerince anılması için değil, şen bir kahkahanın fark edilemeyen rayihasının ortaya salınması anında hissedilen belli belirsiz heyecan benzeri bir his uğruna yarattı. Antik Yunan’ı Amerikan Rüyasına rahatlıkla bitiştirebilecek kadar kuramsal, ama içinde yaşadığı evin nasıl restore edilebileceğinden habersiz adamın “sit” kavramına yabancılığını kavrayabilecek kadar hayatın içinden oldu. Bir olgunun gerçekliği ile o olguyu anlatmanın bir müddet sonra birbirinden ayrılmaz olduğu çizgi üzerindeydi artık. Bir vakit sonra öyle bir başlık attı ki eserlerinden birisine, Ankara’mı onu yazdı, o mu Ankara’yı yazdı anlaşılmaz oldu.

Son sınıfta “kritik” vermeye gelen yeşil kadife ceketli, mor pantolonlu, sarkan dudakların ve rimel tutmayan göz kapaklarının inadına hep ama hep tam makyajlı yaşlı kadın bu yazıyı yazan “o zamanların” delikanlısına hep “koca adam” dedi. Adlarını unutsa da yanından hiç ayrılmayan öğrencilerinin yüzlerini ya da lakaplarını hiç unutmadı. Gıyabında onu artık “Bir Başkentin İmarı” kitabının yazarı olarak tanıyorlardı. Ama gariptir, o kitap olmasaydı belki Ankaralılar bile Ankara’nın Cumhuriyetin ilanının hemen sonrasında nasıl yoktan var edildiğini, İstanbul artığı bürokrat ve asker bir elit ile Ankara’nın yerlilerinin bu süreci nasıl sürükleyip bugünlere getirdiklerini bilemeyeceklerdi. Ankara’nın idealleri ve hedefleriyle yoğrulmuş bir zihnin, mekâna şekil vermesi için eğitilen bir mimarın, gün gelip nasıl Ankara’yı insanların zihinlerinde de olsa yeniden kuracağını fark etmeyeceklerdi.

“Erkekler hep kadınların onları getirip bıraktığı yerden devam ederler hayata”. Pantolonlarıyla uyumlu çorap giymeyi, klozetin kapağını açık unutmamayı, zeytin çekirdeklerini masada bırakmamayı, çiçeklerin sadece birkaç günlüğüne de olsa birisinin masasındaki vazoda yaşaması gerektiğini… Buruşuk ama bir zamanlar pahalı bir kumaştan dikildiği ilk bakışta belli olan takım elbisesiyle başı önünde yere bakan bir memuru andıran Ankara, hayatına Gönül TANKUT’un onu getirip bıraktığı yerden devam edecek. Ben dâhil binlerce meslektaşım da…